18 Kasım 2016 01:00

Mağduriyet

Mağduriyet

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Romanya sineması 2000’lerden sonra festivallerde kendini gösteren bir atak yaparak dünya seyircileriyle buluşur oldu. İlk dalgada başı çeken tema, eski rejimin eleştirisiydi. 4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün, yasağa rağmen yapılan kürtajı anlatan Altın Palmiye’li film bu dramın zirvesiydi. Bir yere kadar tuttu tabii, sosyalizmin adı silineli çeyrek yüzyılı geçtikten sonra “Biz neler çektik” hikayeleri de cazibesini kaybetti. İkinci dalga benzer bir ruh haliyle bu kez yeni rejime yöneldi. Art arda filmler kapitalist Romanya’nın yozlaşmışlığına, rüşvet çarkına, zenginleri kayıran adaletsizliğe odaklandı. Mezuniyet, bunun son örneği; 4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün ile tanınan Cristian Mungiu’nun kapitalist Romanya’ya dair filmi.

Doktor Romeo’nun ailesi, hali vakti yerinde, sıradan bir orta sınıf ailedir. Sıkıntıları yoktur, durumları yerindedir, etkili yetkili tanıdıkları bulunur, kızlarını yurt dışında okutmaya niyetlidirler. Eliza da bursu kazanır, İngiltere’ye üniversiteye gitmesi için tek yapması gereken, liseyi bitirmektir. Ama lise bitirme sınavlarından bir gün önce bir saldırıya uğrar ve bütün planlar suya düşeyazar. Hem psikolojisi, hem kolunun alçısı işleri zorlaştırır. Yüzüp yüzüp kuyruğuna geldikten sonra böyle bir engelle karşılaşmak bütün aileyi sarsar. Romeo “tanıdık” bulur ama yine de hiçbir şey kolay değildir. Dürüstlük dersleri verdiği kızıyla ilişkisi zora girer.

Konu aşağı yukarı bu kadar, sınavda kopya çekmenin nedenleri ve sonuçlarının olabildiğince uzatılması olarak düşünülebilir. Cannes’da en iyi yönetmen ödülünü paylaşan filmde, bir babanın evladı için yapabileceklerinin sınırıyla etik olan arasındaki çatışmayı görenler, bunu işleyişini etkileyici bulabiliyor. Bu giriş, onu göremediğini söylemek için, anlaşıldığı üzere. Bana tek görünen, hiç riske girmeyen, en garantici yönetmenin son işi. Açıkçası Mungiu sinemasının en dikkat çeken yanı, en kolay hedefi en zayıf noktasından yakalayıp, nefessiz bırakana kadar sessiz ve hareketsiz takip etmesidir. Kürtaj ve kaçak sigaraya dair meşhur filminde meselenin ağırlığını seyirciye bulaştırmayı beceren takipteki göz, her seferinde aynı etkiyi yapmadı. Senaryosunu yazdığı, bölümlerinden birini yönettiği Altın Çağdan Öyküler, yine Çavuşesku döneminden şehir efsanelerini abartılı bir alayla ele alıyordu. En rahat izlenir filmi oydu. Tepelerin Ardında, rahibeyi kurtarmanın trajedisini kilisede delirenlerin geriliminin içine yerleştirmişti. Son filminde daha üst sınıf karakterler seçiyor, onların ahlakını bozan sistemi değil, kuşaklar arası ahlakı tartışmayı tercih ediyor. Sorunu tetikleyen saldırı, yine kolaycılıkla bir güvenlik sorunu olarak ele alınabilirdi, o dahi yapılmayıp kenarda bırakılmış. Yurt dışına gitme isteğinin az ya da çok Mungiu’nun her filminde olması rastlantı değil, yönetmenin dışarıdan bakışının doğal ortağı.

O bu en kolay sularda gezerken Romanya sinemasında yozlaşmanın eleştirisini yapan onlarca film çoktan çekilmişti. Meraklısı Çocuk Pozu’na bakabilir. Trafik kazası yapan sorumsuz oğlunu kurtarmaya çalışan zengin anne, çok özgün bir hikaye olmadığı halde nice detayla ne kadar başarılı işlenmişti. Romanya filmlerinin son örneklerinden, Porumboiu’nun Hazine’si, hazinenin değil onu bulma ihtimalinin insaniyetine dair, Umut’un onu hiç andırmayan akrabası gibi bir film. Yeri gelmişken, ilgi duyan seyirciye onun yönetmeninin ilk filmini hatırlatmalı: Bükreş’in Doğusu. Bunlar birilerinin ezberine hitap eden filmler değil, güçlerini oradan alıyorlar.

Mezuniyet’in uğramadığı yerden yani. Romanya toplumunun eleştirisi sayılacaksa, bunun en sağlamcısı. Benzer bir ruh halini, oto oryantalizmle mağduriyeti avantaja çevirmeyi Türkiye sinemasında da gördüğümüzden biliyoruz: O toplumsal eleştiri yerine geçmiyor.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa