Seçim rüyası
Fotoğraf: Envato
Bu yazıyı seçim gününden önceki gecede yazıyorum. Yazıyı gazetede okuduğumda, umarım, rüya, halkımızın iradesi ile gerçekleşmiştir!
Rüyamda, Türkiye’nin emperyalizme tam teslimiyetinin halkımıza istikrar ve büyüme olarak yutturulduğu; tek adam yönetiminin parti iktidarı olarak görüldüğü; aydınlarımızın(!) muvafakati ile yasama, yürütme ve yargı erklerinin birbirlerine kenetlendiği yönetim biçiminin ileri demokrasi olarak satıldığı; yabancı yatırımların denetiminde üretimden montaja ve ticarete yönelen, yükselen cari açık yanında artan işsizlik ve yoksulluğun kol gezdiği ekonominin büyüme olarak yansıtıldığı ve daha birçok benzeri faaliyetlerin ilerleme olarak halkımıza takdim edildiği bir dönemin kapandığını gördüm.
Seçimlerden önceki gecede, seçim propagandalarının bitmiş olması nedeniyle, siyasetçilerimizin, özellikle de hırsını denetleyemeyen ve kendisini “doğal davranış” içinde görenlerin süper-ego denetiminden yoksun ego hezeyanlarının çirkin yansımalarını görmeme ve duymama huzurunu yaşadım. Bir dostu tanımanın en iyi yolu onunla seyahat etmektir, derler. Bir siyasetçiyi tanımanın en iyi yolu da, sonuçlarına katlanmayı göze alamayanların seçim propagandalarındaki hezeyanlarını görmek olsa gerek! Günümüz siyasi mücadelelerdeki siyasetçi davranışı karşısında, insan, geçmiş dönem siyasetçilerimizin topluma ve birbirlerine karşı ne denli saygılı olduğu düşünmeden edemiyor!
Seçimlere giderken üç bakan değişti. Eğer bakanların yerine, bakanlıklardaki en yakın bürokratların devreye girmesine değişiklik deniyorsa, helal olsun böyle burjuva demokrasisine! Seçim propagandaları esnasında iktidar partisinin ve diğer partilerin nisbi avantajlarının aynı ya da birbirine yakın olduğunu düşünebiliyorsak, burjuva demokrasisi adına buna da söyleyecek fazla bir sözüm olamaz!
Son referandum ile bu seçim birbirini tamamlayan, birincisinin ikinciye yolları temizleyen bir süreç olduğu gün gibi ortada iken, böylesi bir güç yükselişine halkımızın izin vermesi durumunda, toplum olarak siyaseti algılamamız ve sosyal yaşamımızın çözümlenmesi konusunda sosyologlara ve özellikle de sosyal psikologlara çok büyük görevler düştüğü kanaatindeyim. Zira, böyle bir durum basit bir siyasal tercih olarak değil, patolojik gelişme olarak görülmelidir. Çünkü, başlı başına güç olgusu toplumlar üzerinde olduğu kadar, güç heveslileri için de çok ciddi bir tehlikedir. Bu tehlikeyi sezerek çözebilecek olan halktır.
Seçimlere birkaç gün kala kabinenin yapısında değişiklik öngören düzenlemeyi halkımızın nasıl algıladığını, umarım, seçim sonuçlarında görebiliriz. Ancak, böylesi saygısız siyasi davranışın medyada hiçbir yankı bulmaması, medya camiasının demokrasi anlayışı açısından ne denli yanlış ve şaşırtıcı bir yerde olduğu kadar, nasıl bir yandaşlık ya da korku psikolojisi içinde bulunduğunun da bariz delilidir.
Ne hazindir ki, demokrasiden dem vuran kimi aydınlarımız son referandumun iktidarı nasıl bir güce taşıdığını göremeden (ya da görmek istemeyerek!) seçimlere doğru sadece hafif kıpırdanış ötesinde başka bir tepki verememekteler. Aynı çıkmazın Kürt sorununda da yaşandığı gün gibi ortadadır. Post-modern sosyolojik metodolojinin sosyal olayları ve oluşumları bir bütünlük içinde değil de parçalı görme hastalığı emperyalizmin ekmeğine yağ sürerken, halkları birbirine düşürmekte ve birçok konuda hayal kırıklığı yaratmaktadır. Ne var ki, bu tür yaklaşımlarda post-modern metodolojiyi suçlarken, salt “bilgi üzerinde fikir oluşturma” ile“bilimsel çözümleme” arasındaki önemli farkı görmezden gelen aydınları da masum göremeyiz. Zira, kapitalizmin sıkışık evresinde emperyalizme savrulan ülkemizde, yıllardan beri büyük bir sabırla yaşatılan gericiliğin yükselişinin, emperyalizmle işbirliğine boyun eğen siyasi iktidara güçlü bir taban oluşturacağı önceden bilinmesi gereken bir gerçeklikti. Bu sürecin “modern mahrem” ya da dinin sosyalleşmesi ile fazla bir alakası yoktu. Aynı şekilde, sanayileşme aşamasından giderek montaj ve ticaret evrelerine gerileyen ekonomide yoksulluk yaygınlaşırken yaşanan gerilimleri farklı kesimler arasında güç aktarımı olarak görmek de, Batı kaynaklı sosyolojik metodolojinin arka plan analizinden yoksun salt resimleme işleminden başka bir anlam taşıyamazdı, taşımadı da!
Seçim ertesi tabiatıyla bir anda her şey değişmeyecek. Ancak diliyorum ki, halkımızın, hırçın ve kindar değil, sevecen ve anlayışlı siyasetçiler yönetiminde, ekonominin ve toplumun yeni ufuklara yöneltilme iradesi tecelli etmiş olsun!
- Emek zulmü meselesi irdelenmelidir 21 Aralık 2024 04:36
- Ortadoğu: Bataklığın kan gölüne dönüştürülmesi 14 Aralık 2024 04:31
- Asgari ücret konusu hafife alınmamalıdır! 07 Aralık 2024 04:50
- Çöküş ivmesi durabilir mi, durdurulabilir mi? 30 Kasım 2024 04:51
- Sistemin sis perdesi: Bütçe tartışmaları 23 Kasım 2024 05:00
- Akılcılığa yöneliş 16 Kasım 2024 04:51
- TÜYAP konuşmaları 09 Kasım 2024 04:25
- Cumhuriyet halk rejimidir, fakat… 02 Kasım 2024 05:08
- Kaos 26 Ekim 2024 03:57
- Kevork Ağabey, müjde, oğlun Nobel aldı! 19 Ekim 2024 04:46
- Siyasi yalan 12 Ekim 2024 05:00
- İktidarın anayasa histerisine şiddetle karşı çıkılmalıdır! 05 Ekim 2024 04:33