Düşünceyi dile getirmek
Fotoğraf: Envato
Düşünceyi dile getirme özgürlüğü için, yıllar önce, “mahkemede” yargılanmış kişiyim.
Bilmem kaç kez adım, anamın adı, babamın adı soruldu bana. Her mahkemede, her duruşmada…
O günlerde yanımda olan yalnızca iki kişi kişiydi… Biri Vedat öteki Kamil… “Emek” ten…
Bunu başta söylememin nedeni bundan sonra yazacaklarımı azıcık da olda bilerek yazdığımı bil-menizi istediğimden…
Bilseler de bilmeseler de beni değil, düşünceyi dile getirme özgürlüğünü yargılıyorlardı.
Ne hırsızlık yapmıştım, ne de vatanıma karşı bir davranışta bulunmuştum. Yalnızca insan olmanın bir niteliği olması gerektiğine inandığım düşünceyi dile getirme özgürlüğünün yanında yer almıştım. Bu nedenle beni yargılamak, yargılayanların yetkileri içinde değildi. Yaptıkları işin doğru, evrensel yasalara uygun olmadığını onlar da biliyorlardı. Bu yanlış işte kullanılmamalıydılar.
Bu onların bileceği işti… Çocuklarına onlar yanıt vereceklerdi…
Buyruk aldığı kişinin ya da kişilerin yerlerinde yeller eseceğini onlar benden önce bilmeliydiler.
(Etik, daha doğrusu bu çağda insanlık kuralları içinde olmak bu demektir.)
“Cumhuriyet” güncesi örneğine bir de bu açıdan bakılması gerekmez mi?
İşini (gazetecilik) yapan kişiyi sorgulamak hele yargılamak, kimsenin insanlığına bir şey katmaz.
Bunu kim yadsıyabilir?
Bütün geçmiş bunun örnekleriyle dolu değil mi?
Salah Birsel’in dediği gibi, 10 sayfa “tarih” bilmek, bunun böyle olduğunu bilmeye yeter… Şöyle çevresine insanca bakmak da yeter…
Sanırım biz (başkaları da) bunu önümüzdeki kuşağa anlatamadık. İşin temelini anlatamayınca, uygulamada, örnek olması gereken davranışlarımızdan da anlamakta zorluk çekiliyor elbette. Böylece onları başka değer yargıları karşısında yalnız, savunmasız bırakıyoruz.
Bunun kanıtı, şu sıralar gençlerin yurt dışına kaçış istekleri…
Cumhuriyetimizin onlara sağladığı olanaklar, en azından kul olmaktan kurtulup vatandaş olmalarının sağlanması, önce dedelerinin kanlarıyla, sonra da Mustafa Kemal’e inançlarıyla sağlandı. Karşılarındaki kişiler Mustafa Kemal’e “düşman” idiler.
Bu günkü gençlerin babaları erinç içinde yetişti-ler.
Ancak kimilerimiz bunu çocuklarımıza aktaramamışız. Yaptıkları işin bizim kuşağımızca “nankörlük” olarak anlaşılacağını anlatamamışız. Anlatamamışız ki anlamamışlar…
Bu eksikliğimizi, yanlışlığımızı görmemiz gereki-yor.
Savaşımda birlikte olmak, birlik olmak zorunluluğunu, hiç olmazsa şimdi anlatmamız gerekiyor. ‘Anlatmak’ kişisel sorunumuz değildir. Kişisel sorun olarak da anlatılamaz… Ben öyle düşünmüyorum diyerek işin içinden çıkamazsınız, çıkamazlar.
Kısaca özetlersem… Cumhuriyetimizi, geleceğimizi, giderek ülkemizi savunmak için eksiksiz bir arada olmamız gerekiyor.
( “Kurtuluş Savaşı” için önce iç düzenimizi, örneğin ordumuzu yaratmamız gerekiyordu biliyorsunuz. Öyle de yapıldı…)
Yoksa gün günden insan haklarına, evrensel hukuk haklarımıza, çocuklarımızın eğitimine, kısaca gelecek kuşağa, vatandaşlıklarına saldırılıyorken bu birlikteliğimizi kuramazsak yitiren hepimiz (Yanlış yerde duranlar da) olacağız.
- Vedat Günyol/İnsancılık -4- 22 Mart 2020 20:40
- Vedat Günyol/İnsancılık -5- 22 Mart 2020 20:39
- Vedat Günyol/ İnsancılık-3- 15 Mart 2020 19:30
- Vedat Günyol / İnsancılık -2- 09 Mart 2020 00:00
- Vedat Günyol / İnsancılık 02 Mart 2020 00:01
- İçin aydınlığı 24 Şubat 2020 00:00
- Süreklilik 16 Şubat 2020 23:30
- Yetmiş beş yıl sonra soykırım 09 Şubat 2020 22:35
- Yine deprem 02 Şubat 2020 22:30
- 25 Ocak 2020 (Bir gün sonra) 27 Ocak 2020 00:05
- Eğitim eğitim eğitim 19 Ocak 2020 22:47
- 24 Aralık 2019/Bruno Taut'un ölüm yıldönümü 13 Ocak 2020 00:08