Boratav'ın uyarısı ve çıkarılması gereken dersler
Erdoğan iktidarının OHAL uygulamalarıyla bir darbe dönemine varan baskı politikaları karşısında, gündelik sohbetlerde bile “Bu iktidarı ancak bir ekonomik kriz götürür” değerlendirmeleriyle sıkça karşılaşır olmuştuk. Oysa tarih, hiç bir krizin kendiliğinden iktidar değişikliğini ortaya çıkarmadığına tanıktır.
Hocaların Hocası Prof. Dr. Korkut Boratav, Cumhuriyet’ten Kemal Göktaş’a verdiği ve önceki gün yayımlanan söyleşisinde bu gerçeğe dikkat çekiyor: “Kriz gelir, Erdoğan gider’ beklentisi yanlış. Krizler iktidarı otomatik olarak değiştirmez; hatta halk sınıflarının örgütsüz, zayıf olduğu, işsizliğin, sefaletin yaygınlaştığı ortamlarda baskıcı rejimleri güçlendirebilir.”
Bu tarihte birçok kez sınanmış teorik gerçeğin yakın tarihimiz açısından en çarpıcı örneği 2001 krizinin ardından ortaya çıkan siyasal tablodur.
Krizin sonuçlarının çok ağır yaşandığı, yaygın esnaf eylemlerine tanıklık edildiği 2001 krizi sonrası gerçekleşen 3 Kasım 2002 seçimlerinde AKP, oyların yüzde 34.3’ü ile 363 milletvekili kazanarak tek başına iktidar oldu. 2002 seçimlerine kadar ülkeyi yöneten koalisyon hükümetinin ortaklarından DSP, MHP ve ANAP’ın yanı sıra muhalefetteki DYP, Saadet Partisi ve YTP barajı aşamayarak Meclis dışında kaldılar. Ve ANAP Lideri Mesut Yılmaz ile DYP Lideri Tansu Çiller görevlerinden istifa ettiler.
O seçimlerde Emek Barış Demokrasi Bloku (Halkın Demokrasi Partisi, Emeğin Partisi, Sosyalist Demokrasi Partisi ve birçok sol sosyalist örgüt ve parti) olarak DEHAP çatısı altında seçime girenler ise yüzde 6.2 oranında bir oy almıştı. O çalışmayı yakından takip eden biri olarak bu sonucun öncesine kıyasla bir başarı olduğu tespiti ile birlikte, en büyük yanılgısının kendisini miting meydanlarındaki büyük katılımların büyüsüne kaptırarak olası sonucu oradan doğru okumak olduğunu söyleyebilirim. Bloku oluşturan parti ve örgütlerin üyeleri, ağırlıklı olarak kendi örgütlü tabanları içinde bir politik çalışma yürütürken, AKP’ye oy veren Sünni ve tercihlerini siyasi yelpazenin sağında ifade eden yoksul emekçi kesimlerle sınırlı düzeyde temas edilmişti. Aynı hatalar bugün de önemli oranda devam ediyor.
Böylesi bir siyasal gerçekliğin sonucu da, o döneme kadar iktidar olmuş sermaye partilerinden umudunu kesen yoksul halk kesimlerinin, etrafında birleşecekleri, kendilerine güven veren başka bir alternatifi göremedikleri durumda tercihlerini “yenilikçiler” diye öne çıkarılan, denenmemiş başka bir sermaye partisinde, AKP’de birleştirmesi olmuştur.
Büyük ekonomik krizlerin, işçi sınıfı ve emekçi halk güçleri açısından, ona alternatif siyasal örgütlülükler oluşturulamadığı durumlarda ne gibi siyasal sonuçlara yol açtığının tipik bir örneği de Hitler’in iktidara geldiği süreçtir. Sonrasında dünyanın neler yaşadığı biliniyor.
Günümüz açısından da iktidarın olası bir krizin doğurabileceği sonuçları gören bir hazırlık yaptığının işaretlerine tanıklık ediyoruz.
Bu dönemde birçok kesim baskı politikalarının daha çok siyasal alandaki görünür sonuçlarına odaklanıyor. Oysa hükümet, gazetecileri, yazar ve çizerleri tutuklamak, muhalif basın organlarını kapatmak ve HDP eş başkanlarını, milletvekillerini, belediye başkanlarını tutuklamak, belediyelere kayyım atamanın yanında grev yasaklarını da genişletmiştir. Evrensel bu gelişmeyi 23 Kasım günü ‘Grev hakkına OHAL darbesi’ başlıkla manşeti ile duyurdu. Binlerce metal işçisinin sözleşmesinin grev aşamasına geldiği, belediyelerde sözleşmelerin yaşandığı bugünlerde, hükümet çıkardığı KHK ile grev yasağı kapsamını genişletti.
Hükümet, OHAL’e dayanarak çıkardığı 678 sayılı KHK ile Bakanlar Kuruluna “büyükşehir belediyelerinin şehir içi taşıma hizmetleri” ve “bankacılık hizmetlerinde” yapılacak grevleri yasaklama yetkisi verdi. Daha önce “milli güvenliği” ya da “genel sağlığı tehdit ettiği” gerekçeleriyle birçok grevi yasaklayan hükümet, artık “ekonomik ve finansal istikrarı bozuyor” gerekçesini de kullanabilecek. Yazarlarımızdan Nilgün Tunçcan Ongan, önceki günkü köşesinde bu kararın verili Anayasa’ya bile aykırı olduğuna dikkat çekti.
Dünkü manşetimizde de, geçtiğimiz yıl mayıs ayında gerçekleştirilen fiili metal grev ile umut olan önemli fabrikalardan Renault ve TOFAŞ işçilerinin grev yasağının kapsamını genişleten KHK’ya tepkilerine yer verdik.
Olası bir ekonomik krizi tartışırken Boratav’ın hatırlattığı gerçekleri görmek ve iktidarın bu konudaki hazırlıklarını da dikkate alan bir örgütlü tutum içinde olmak gerekiyor.
Hatta bir adım ileriye giderek şunu da hatırlatalım. İşçi ve emekçiler, halk güçleri açısından olası bir krizi hazırlıklı karşılamak yanında, iktidarı kazandıktan sonra onu koruyabilmek için de her gün yeniden mücadele etmek gerekiyor. Sovyetler Birliği’nden başlayarak, sosyalist ülkelerdeki geriye düşüşler, yenilgiler bize bunu söylüyor.
Evrensel'i Takip Et