01 Aralık 2016 00:55

Çocukları katleden düzene lanet olsun!

Çocukları katleden düzene lanet olsun!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Devlet yetkililerinin, hükümetlerin, yetkili yetkisiz büyüklerin sorumsuzluğunun, aymazlığının, siyasi hesaplarının cezasını çocukların çektiği ülkede, önceki gün de 11 çocuk (bir de eğitmen) yanarak öldü!

Öncelikle hayatını kaybeden çocukların ailelerine ve yakınlarına başsağlığı, yaralılara da acil şifalar diliyoruz. 

Yürüklükteki yasalar, çocukların özel yurtlarda barındırılmasını yasaklıyor olmasına karşın devletin görevlilerinin izniyle açılan “yurt” adındaki bu çocuk tuzakları işletilmeye devam ediliyor. Çocukların bu yurtlarda tacize, tecavüze uğramasına ve pek çok kez de yangınlarda hayatlarını kaybetmelerine karşın ülkeyi yönetenler, çocuk istismarlarına, çocuk cinayetlerine son vermek için parmaklarını kıpırdatmıyorlar.

Ve böyle her durumda olduğu gibi bu çocuk cinayetinde de; sağlıklarında bu çocukları kimlerin eline verdiklerini umursamayanlar Adana-Aladağ’a hücum ettiler! Suçluların telaşıyla demeçler verdiler. Sorumluları cezalandıracaklarını ve ailelere destek vereceklerini söyleyip tepkileri yatıştırmaya yöneldiler. Biraz daha sıkışsalar, yangında ölen çocukları “şehit” ilan edip,”Daha ne istiyorsunuz çocuklarınız cennete gittiler” diye sevineceklerdi!

Karşı karşıya olduğumuz facia sadece rastlantısal bir yurt yangını değildir. Aynı zamanda bu facia; eğitimin geldiği yerin, çocuklarımızın fiziki ve ruh sağlığının önemsenmemesinin ve devletin kendi vatandaşlarının can güvenliğini umursamamasının yol açtığı bir toplu çocuk cinayet vakasıdır. 

Aladağ’dan gelen haberler, altı yurt görevlisinin gözaltına alındığı doğrultusunda. 

Elbette yurt görevlilerinin de bir sorumluluğu vardır. Ama asli fail yasalara karşın bu yurdun açılmasına, çocukların bu yurtta barındırılmasına “izin” veren Milli Eğitim Bakanlığı ve onun “sıralı” sorumlularıdır. Ve bu gerçek yetkililer yargı önüne çıkarılarak hesap sorulmadan da kamuoyu vicdanı rahatlamayacaktır. Dahası böyle hesap sorma olmadıkça, çocuklarımız tarikatların, cemaatlerin derme çatma yurtlarında ruhen ve fiziken öldürülmeye devam edilecektir!

Çocuklarını bile öldüren bir sistem, hiçbir vicdanın kabul etmeyeceği, meşruiyetinin bütün dayanaklarını kaybetmiş bir sistemdir.

Hiçbir mazeret de böyle bir sistemi, böyle bir düzeni ve onun savunucularını aklayamaz.

Lanetler olsun böyle düzene!

ÖLÜMDEN SONRA YAŞAYANLARA SELAM!

20. yüzyılın büyük devrimciler kuşağının son temsilcisi Fidel Castro Ruz da aramızdan ayrıldı.

1953’te bir grup silahlı arkadaşıyla Moncada Kışlasını basarak emperyalizme karşı faşizme karşı mücadelede adını duyuran Fidel Castro, 1956’da Granma teknesiyle Küba’ya çıkarma yaptı. Çıkarma sırasındaki Batista kuvvetlerinin hava saldırısıyla uğradığı büyük zayiata karşın Castro ve arkadaşları, küçük bir silahlı grupla Sierra Maestra’ya çıkmayı başardı.

Sonradan adları, ’60’lı, 70’li yıllarda dünyanın her yanındaki genç devrimcilerin dillerinde dolaşacak bu küçük grup içinde Ernesto Che Guevara da vardı. 

Castro’nun liderliğindeki bu grup, sonraki iki yıl içinde büyüdü, dağlardaki mücadelesini kentlerdeki işçilerin, ilerici demokrat güçlerin mücadelesiyle birleştirip 1959 ocağında Batista diktatörlüğünü devirdi.

Böylece Castro’nun lideri olduğu Küba Devrimi başarıya ulaştı. Ve sonraki 50 yıl boyunca Castro, Küba halkının sevgili önderi olarak Küba’yı yönetti.

“Soğuk savaş”ın  sert fırtınalı yılları boyunca Küba, ABD’nin burnunun ucundaki “çıban” olarak, Amerikan ve batılı emperyalistlerin ekonomik ambargoları siyasi kuşatmalarına, CIA organizasyonu yüzlerce suikast girişimi, sayısız CIA-mafya provokasyonuna karşın, dünya halklarının Amerikan emperyalizmine karşı devrimci üssü, Castro da bu üssün güvenilir, gür sesli komutanı oldu.

Elbette ki Fidel Castro her şeyden önce Küba Devrimi’nin lideriydi. Küba Devrimi zafere ulaşmasaydı, Castro da Castro olamazdı. Ama Castro’yu sadece Küba Devrimi'nin lideri olarak görmek Castro’nun insanlık tarihine vurduğu derin damgayı ifade etmeye yetmez. Tersine Castro küçük bir ülke olan Küba’nın haritada tuttuğu yerden çok daha büyük bir coğrafyada emperyalizme, faşist diktatörlüklere, gericiliğe karşı verilen mücadelelerin de ilham kaynağı olmuştur.

Elbette Castro (ve Che Guevara) bir Latin Amerikalı olarak, Latin Amerika halklarının emperyalizme ve diktatörlüklere karşı mücadelesinde “doğal liderleri” olarak görüldü. 

Latin Amerika dışında ise, ‘68 başkaldırısının yelkenini dolduran iki önemli rüzgardan (Diğeri ise Vietnam devriminin yarattığı rüzgardı) birisiydi. Onun içindir ki, ABD’den Türkiye’ye Fransa’dan Delhi’ye kadar sokakları dolduran barış isteyen gençlik yığınları ellerinde Castro, Che Guevara, Ho şi Minh, Giap gibi devrimci liderlerin posterlerini taşıyor; onların sözleri pankartlara yazılıyor, oların kitapları okunup tartışılıyordu.

Türkiye’de ise devrimciler, diğer ülkelerdeki devrimcilerden bir adım daha öne çıkarak, Castro-Guevara pratiğini kendi ülkelerinde hayata geçirmek üzere dağlara çıkmışlar, kentlerde silahlı mücadeleye girişmişlerdir. Türkiye’nin devrimci gençliğinin; devrimci cüreti, başkaldırıyı “İmkansızı isterken gerçekçi olmayı” Castro’dan öğrendiler dersek yanlış olmaz.

Evet Castro çizgisi Marksizmin, Marksizm Leninizm ve Komintern çizgisinin bir devamı olamadı. Ama antiemperyalizm bayrağını en yukarıda tutarak, emperyalizmin devasa güçleri karşısında boyun eğmeyen bir mücadelenin sözcüsü ve temsilcisi olarak Castro, düşmanlarının bile önünde saygıyla eğildiği 90 yıllık yaşamında olduğu gibi aramızdan ayrıldıktan sonra da emperyalizme karşı mücadele eden halkların ve devrimcilerin gönlündeki tahtında oturmaya devam edecektir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa