İki dünya!
“İki dünyalıyız, bu dünya fani bir dünya. Ömür bu kadar mı? Mümkün değil, ebedi bir hayat var.....Marksist, Leninistler inanmıyor, tek bir dünya var, bu dünya... öyle saçmalık olmaz. Hesap günü var.” TBMM Başkanı Kahraman geçenlerde katıldığı bir toplantıda araya başka şeyler de ekleyerek böyle diyor. Burada elbette Marksist, Leninistlerin dine ilişkin bilimsel temellere dayanan görüşlerini, her fırsatta bilimsel düşünceye nefretlerini kusan şahıslara tekrar hatırlatmak gerekmiyor. Sorun bu değil, inanıp inanmamak kişinin kendi sorunudur. Sorun şu ki, yaşadığımız dünyanın gerçek sorunları kitleleri ezmekte ve bunaltmaktadır. Sorun bu dünyayı insan soyuna yaraşır bir yer haline getirebilme sorunudur.
İslam dahil, pek çok din halk kitlelerine bu dünyada çektikleri zorluk ve yoksunlukları sineye çekmelerini, cennette ya da gelecek yaşamlarında onları güzel bir yaşamın beklediğini, böylece katlandıkları zorlukların ödülünü alacaklarını vadeder. Üst ve alt sınıfların olduğu, yöneten yönetilen ilişkisinin kurulduğu, ezen ve sömürenlere karşılık ezilen ve sömürülen ilişkisinin egemen olduğu toplumlarda, halk kitlelerinden yönetenlere karşı sürekli bir itaat, zorluklara karşı bitmeyen bir sabır beklenir. Ama bu yetmez, buna rağmen itaatsizlikler, isyanlar baş gösterebilir. O zaman gelecek dünyanın tatlı vaatleri, gerçek olmayan güçleri değil, bu dünyanın gerçek güçleri devreye sokulur. Yani devlet zoru, mahkemeler, cezalar, silahlı güçler vb.
Bu durumda artık gerçekte var olan iki dünya açıkça karşı karşıya gelmiştir. Bir yanda sömürenlerin ve yönetenlerin dünyası, diğer yanda ezilen ve yönetilenlerin dünyası. İşçi ve emekçiyi sömürüp, ezen patronların “hesap gününü” düşünüp sömürüyü hafifletme, ezilenlerin acısını dindirme gibi bir kaygıları, korkuları yoktur. Gerektiğinde çalışanların üzerine kapıları kilitleyebilir, gerektiğinde işsizlik sopasını kullanarak onları düşük ücretle iliklerine kadar sömürür, açlık demek olan asgari ücrete mahkum edebilir vb. Sömüren, sömürülen ilişkisinde sömürücü konumdaki patronun dinsel inancının belirleyici bir önemi yoktur, o kişilik kazanmış sermayedir. Ama sömürülen işçi ve emekçinin dini duygulara sahip olması istenilen bir durumdur ve öyle olması için her türlü araç devreye sokulur. Çünkü bu dünyanın devam etmesi, ayakta kalması ezilen ve sömürülenin kendi durumuna, konumuna razı olmasına bağlıdır.
İşçilerin önemli bir kesimi cehennemi bu dünyada yaşamaktadır. Olağan çalışma saatleri ve sömürü dışında, 12 saat, üstelik sağlıklı olmayan koşullarda üretim yapmak, zebaniler gibi dizilmiş patronun adamlarının gözetiminde ve denetiminde çalışmak, bunun karşılığında evine, çoluk çocuğuna yeterli gıda götürememek yaygın görülen bir durumdur. Bu nedenledir ki, dinsel inançlarının gücü ne kadar olursa olsun, bıçak kemiğe dayandığında işçi ve emekçiler mücadele etmenin, direnmenin yoluna zorunlu olarak girerler. Tam da bu nedenle kendi çalışma ve yaşam koşullarını değiştirmek için kendiliğinden mücadeleye atılırlar.
Bütün bunlar bu dünyanın, yani sömüren ve sömürülen ilişkileri üzerinden sınıflara bölünmüş bu dünyanın gerçekleridir. İşte bu temel gerçek nedeniyledir ki marksistler, leninistler dikkatlerini bu dünyayı değiştirmek, bu dünyayı işçi ve emekçiler için, insanlık için gerçekten yaşanacak bir yer haline getirmeye verirler. Onlar bunun için işçilerin kendiliğinden mücadelesine katılırlar, ona sömürüden ve ezilmekten kurtulması için bir yön ve amaç vermeye çalışırlar. Eğer marksistler, leninistler sömürünün ve zülmün egemen olduğu bu dünyayı değiştirme amacı nedeniyle suçlanıyorlarsa bundan da ancak şeref duyabilirler.
Evrensel'i Takip Et