Terör bu ülkenin kaderi değildir!
İstanbul Beşiktaş’taki kanlı saldırı ülkenin nasıl bir terör girdabına sürüklendiğini bir kez daha acı bir şekilde gösterdi. Saldırının ardından medya terörü lanetleyen manşetler attı; Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan HDP’ye kadar herkes bu saldırıyı kınayan açıklamalar yaptı. Ama eğer terör bir kader değilse, mesele lanetlemenin ötesinde ne yapılması gerektiğinde düğümlenmektedir.
İktidarın medyadaki sözcülerinden Abdulkadir Selvi, İstanbul Taksim’deki saldırıdan sonra “Terörle yaşamaya alışmalıyız” demişti. Çünkü Selvi biliyordu ki, Türkiye’ye yönelik terör saldırılarının kaynağında iktidarın ülkede ve bölgede (Ortadoğu) uyguladığı politikalar vardı. Ve iktidarın bu politikalardan vazgeçmeye niyeti yoktu.
Beşiktaş saldırısından sonra ne diyor Selvi? “Seni başkan yaptırmayacağız’ mesajı bu kez Meclis kürsüsünden değil böyle kanlı bir saldırı ile verilmiş oldu” diyor.
Selvi’nin bu değerlendirmesi her şeyden önce iktidar ve destekçilerinin meseleye yaklaşımını ortaya koyuyor. Ve bu yaklaşım öncelikle “Seni başkan yaptırmayacağız” sloganını kullanan HDP’yi “terörün Meclisteki uzantısı” olarak gösterip hedefe koyuyor ki zaten son saldırının hemen ardından ülkenin birçok kentinde HDP’ye operasyonlar yapılması da bunu gösteriyor.
İkinci olarak, bu yaklaşım başkanlığa (partili cumhurbaşkanlığı adı altındaki tek adam rejimine) karşı çıkan herkesi terör parantezinin içine almayı amaçlıyor. Yani ülkede kimse başkanlığa karşı çıkamaz hale getirilecek, karşı çıkanlar da terör destekçisi ilan edilecek!
Demek ki ne kadar lanetlese lanetlesin, iktidar bu saldırıları kendi politik dayanaklarını güçlendirmenin ve bu politikalara karşı çıkanları tasfiyenin bir olanağına çevirmeye çalışıyor. Tıpkı darbe girişiminin “Allah’ın bir lütfu” olarak görülmesi gibi, son saldırı da başkanlık önündeki engellerin ortadan kaldırılmasının bir fırsatına dönüştürülmek isteniyor.
Terörün iktidar tarafından ülke siyasetini dizayn etmenin bir aracı olarak kullanılması meselenin bir yönüdür.
Diğer yönüne gelince…TAK’ın Beşiktaş saldırısından hemen önce Ankara, G. Antep ve Diyarbakır’da IŞİD saldırıları olabileceğine dair istihbarat raporları dolaşıyordu. Yani ülkenin birçok kentinde insanlar terör girdabının içine sürüklenmiş olmanın korku ve tedirginliğini yaşıyorlar.
Bu noktada önümüzde iki yol var. Ya iktidar ve sözcülerinin dediği gibi terörle yaşamaya alışacağız. Ya da terörle yaşamak istemiyorsak, bu terörü yaratan politikaları sorgulayıp onları değiştirmek için mücadele edeceğiz.
Bugün iktidar ülkede terörün üç kaynağı, odağı olduğunu söylüyor.
Bunlardan birincisi, FETÖ adı altında silahlı bir terör örgütü olarak tanımlanan Gülenciler.
FETÖ dediğimiz örgüt, iktidarın “Ne istediler de vermedik” dediği ve 11 yıl boyunca (2002’den 2013’e kadar) iktidar ortağı olarak birlikte yürüdüğü bir yapılanma. Dolayısıyla bugün FETÖ adı verilen bu terör odağı ortaya çıkmışsa, bu odağın yaratılmasında bu iktidar birinci dereceden sorumludur. Üstelik bugün AKP içinde bile 40-50 FETÖ’cü milletvekili olduğu da konuşuluyor.
İkinci olarak, IŞİD bu iktidarın Suriye ve Rojava’ya müdahale politikası bağlamında uzun süre kollanıp desteklendi. Çünkü bu kanlı örgüt, Esad’ı devirmek ve Rojava’da Kürt özerkliğini engellemek için bir dayanak olarak görülüyordu. Fakat uluslararası güçlerin IŞİD’e karşı çok yönlü kuşatma ve operasyonlarından sonra bu örgüt Suriye’ye müdahale için işlevli bir araç olmaktan çıktı. Ancak IŞİD’e verilen destek geri çekilince bu kanlı örgüt bu kez ülke içinde uyuyan hücrelerini harekete geçirip saldırılarını ülke içine yöneltmeye başladı.
Üçüncü olarak, TAK ya da benzeri örgütleri yaratan Kürt sorununun savaş ve şiddet politikalarıyla çözülmesindeki ısrardır. TAK gibi örgütlerin panzehiri Kürt sorununun çözümü için demokratik siyaset kanallarının açık tutulmasıdır. Ancak maalesef ülkedeki iktidar öncesi bir yana son bir buçuk yıldır Kürt sorununu bir “terör sorunu” olarak ele alan bir tutum ortaya koymuş ve demokratik siyasetin bütün kanallarını kapamış durumdadır. HDP’li eş başkan ve vekillerin, DBP’li belediye başkanlarının tutuklandığı, her gün Kürt siyasetçilere operasyonlar yapıldığı bir politik ortamda Kürt sorunu da terör girdabının bir parçası haline getirilmiştir.
Özetle ülkeyi bu kanlı ve karanlık girdaptan kurtarmanın yolu, lanetlemenin ötesine geçerek terörü yaratan politikaların sorgulanmasından geçmektedir. Çünkü ne terör, ne de bu terör kullanılarak inşa edilmek istenen tek adam rejimi bu ülkenin kaderi değildir.
Evrensel'i Takip Et