14 Aralık 2016 00:34

Yüksek gerilim hattındaki hayatlar ülkesi

Yüksek gerilim hattındaki hayatlar ülkesi

Fotoğraf: Envato

Paylaş

9 Aralık günü Evrensel’in manşet toplantısı masasında günün önemli siyasal gerilim haberleriyle birlikte, Evrensel’in kendi alanında önemli kitaplara da imza atmış olan İzmir Bürosu muhabiri arkadaşımız Özer Akdemir’in bir haberi vardı.

Manisa’nın Turgutlu ilçesi Derbent Mahallesindeki Sabiha Erturgut İlköğretim Okulunun bahçesinde, 34 bin 500 volt elektrik taşıyan bir yüksek gerilim hattı direği var. Ve çocuklar üzerinde ölüm tehlikesi yazan direğin altında oyun oynuyorlar! Masada yaptığımız tartışmalardan sonra bu haberi manşete taşımaya karar verdik. Aslında bu haber, bu ülkedeki yönetim felsefesini belirleyen siyasal kültürün çekirdeğindeki derin karaktere de işaret ediyordu. Amaç kârsa, rantsa hayatlar teferruattı.

Soma madenindeki ve sonra Şirvan madenindeki gibi... Ya da farklı bir bağlamda ama aynı felsefeden beslenen keyfiyetin bir ifadesi olarak Ayşe Terzi’yi otobüste şort giydiği için tekmeleyen kişinin bütün tepkilere rağmen salıverilmesi gibi. Ve ardından parkta spor yapan hamile Ebru Tireli’yi ‘Bir daha burada spor yapmayacaksın’ diyerek tekmeleyen kişinin yine salıverilmesi gibi. Ya da sadece teşvik edilen ve devletin kendi yönetmeliğine göre bile denetlenmesine gerek duyulmayan tarikat yurtlarındaki çocuk hayatları gibi.

Bugünkü iktidarın gönüllüce devraldığı bu yönetsel siyasal felsefe mirasının bu topraklarda Osmanlı’ya kadar uzanan güçlü kökleri olduğunu da biliyoruz. Geçtiğimiz günlerde bir solukta okuduğum Diyarbakırlı Şair Ahmet Çakmak’ın yeni çıkan romanı Çiftkafa’nın Kitabı, Suriçi’nin yüzyıllık hikayesini anlatırken şu cümle ile başlıyordu: “Tehcirde varış yoktur.”

Bize ilkokul sıralarından itibaren, her Türkiye vatandaşı gibi İstiklal Marşı şairinin “Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı!/ Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.” dizeleri ezberletilirdi. Peki bu topraklarda kefensiz yatan Ermenilerin hikayesi nedir acaba? Ahmet Çakmak’ın romanını alın ve okuyun bence.

Ve bu topraklarda 100 yıl sonra, ‘müzakere’ sürecinin buzdolabına kaldırıldığının devletin zirvesinden ilan edilmesiyle birlikte artık haritadaki eski varlıkları bile tartışmalı hale gelen ilçelere, kentlere tanıklık edildi. Uluslararası Af Örgütü, bu süreçte zorla yerlerinden edilen insan sayısının yarım milyonu bulduğunu not ediyor ve sadece Sur’da 40 bin kişinin hayatının altüst olduğunun altını çiziyor.

Ardından TAK eylemleri geldi. Sonuncusu da İstanbul Beşiktaş’ta. Yol açtığı ağır can kayıpları ve yaralanmalarla birlikte iktidarın ‘intikam’ açıklamaları ve HDP’ye yönelik olarak birçok yerde başlatılan siyasetçi, avukat ve gazetecilerin gözaltı furyasının da zemini yapıldı. Bu saldırıda kaybettiği 19 yaşındaki oğlu Berkay Akbaş’ın doktor olarak insanlara yardım etmeyi amaçladığını belirterek, şehit denilmesine tepki gösteren ve muhabirin “Tabii terörü lanetliyoruz” sözüne de, “Terör lanetlemekle bitseydi, yıllardır lanetliyoruz. Yarın çiçek bırakırlar. Başka bir şey yapmazlar.” diyerek yanıt veren baba Salim Akbaş’a verilecek nasıl bir anlamlı yanıt olabilir? Siyasetin iktidar tarafından tıkanan damarlarının böyle sonuçlar doğuran eylemlerle açılabileceğini ummak ne kadar mantıklıdır ve neye hizmet eder?

Bu soruları çoğaltabiliriz.

Ve ardından sosyal medyada bu bombalı saldırıya dair yorumlar yapanları, önce kınamadıkları gerekçesiyle ihbar eden ve gözaltına alınmalarına neden olan toplumsal psikolojik ortam, Ahmet Çakmak’ın romanında anlattığı yönetsel bakiyeden bağımsız olarak okunabilir mi? Anlaşılabilir mi?

Yine yazılarını birçoğumuzun severek okuduğu, merkez medyada hâlâ mesleki etik değerlere sahip çıkan sayılı gazeteciden biri olan Melis Alphan’ın, geçtiğimiz pazartesi günü Hürriyet’te yayımlanan yazısında Beşiktaş’taki saldırıdan kıl payı kurtulduğunu ve mevcut şiddet ortamında yaşamından endişe edeceği bir çocuğu olmadığına şükrettiğini yazması nedeniyle Hükümete en yakın gazetelerden biri olan Yeni Şafak, tarafından hedef gösterilmesi hangi siyasal kültürden beslenmektedir acaba? Hangi siyaset felsefesinin fıtratıdır bu? Bu sorunun yanıtı sır değil!

Böylesi bir yüksek gerilim hattında hayatlarını yaşamak durumunda olan bir ülkenin insanları olarak, şimdi önümüzde epey dik bir tümsek var. Hayatı anlamlı kılacak bir ışık ve içimize çekeceğimiz temiz bir havaya ulaşabilmek için de o tümseği çıkma sabrını ve azmini göstermek zorundayız.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa