16 Aralık 2016 00:39

Kahrolsun Kediler... 10 Ekim'den 10 Aralık'a

Kahrolsun Kediler... 10 Ekim'den 10 Aralık'a

Fotoğraf: Envato

Paylaş

10 Ekim 2015 Ankara Katliamından canlı çıktım. 10 Aralık 2016 Beşiktaş Katliamında martıların, gecenin siyahlığını yırtan o ağlayan çığlıklarını yaşayarak patlama seslerini duydum. Önce damperli bir kamyon bir yere çarptı zannettim sonra ikinci patlamayla “bomba bu” dedim. 

10 Ekim günü ilk yazımın sonunu şöyle bitirmiştim; 

“...Tarih sorgulayacak ama insanların artık tarihe bu meseleyi bırakmaya niyeti yok. Adaletsizliğin, haksızlığın devleti, safını gösterdikçe gösteriyor. Ölmek bu kadar kolay ve ucuz olmamalı... Ben bu ayakkabılarla ne yapacağım? Ben bu montu ne yapacağım? Eyyy devlet, senden davacıyım. “ (10 Ekim 2015, Evrensel)

Evet ben bu devletten davacıyım. Geçtim daha önceleri, son bir yılda Türkiye’de 33 bombalı saldırı gerçekleşti. Ülkenin farklı yerlerindeki saldırılarda 363’ü sivil 446 kişi öldürüldü, 2 binden fazlası da yaralandı. Bir tek devlet yetkilisi, görevlisi  istifa etmedi. Çünkü onlar sorumsuzdu ve öyle kalmayı sürdürecekler gibi  gözüküyor. 

“Kahrolsun” demeyle hiç bir şeyin kahrolmadığı ortada. Şehitlik, gazilik gibi dinle, kahramanlıkla soslanmış hamasi nutukların insanları ölüme hazırlamaktan başka bir şeyi hedeflemediği ortada. Meseleye sonuçlar üzerinden bakarsak ayrışma ve bölünme, “Şehitler ölmez, vatan bölünmez” ya da “Şehitler ölmüştür, vatan bölünmüştür” şeklinde bir ironiyi yaşatıyor. 

Bu ülkenin bölündüğü duygusunu derinden yaşadığımı 10 Ekim Ankara Katliamının yıl dönümünde yazmıştım; 

“... Katliamın 2-3 saat sonrasında etrafı çevreleyen polislere bir polis amiri şöyle sesleniyor: ‘Arkadaşlar ne derlerse desinler, duymayın sinirlenmeyin. Sineye çekin. Bugün onların acıları var.’ Ben bu söze tanık oldum. Ne demek “sineye çekin, acıları var”? Bu bile başlı başına bölünmüş bir toplum olmanın göstergesiydi. Sen benim acıma böyle yaklaşıyorsan nerde bu kardeşlik? Barış? Temsil ettiğin devlet nerde duruyor? Barışın ve kardeşliğin hayata geçirilebilmesi için ne zaman ki benim acıma ortak olursun, ben senin acına ortak olurum yani benlikten bize geçeriz o zaman barışın temelleri atılmış olur. Buradan siyasi rant elde etmeye çalışanlar, bu günün muktedirleri bu katliamların da sahipleridir. Fotoğrafçılar, gazeteciler tanıktır. Eyvallah. Ama bizler böyle vahşilikleri yaşamak ve tanık olmak istemiyoruz. Bunun için de adaletin hukukun olduğu ve sansürün olmadığı bir ülke istiyoruz.” diye bitirmişim. (‘Katliam günü fotoğraf çekmek’, 11 Ekim 2016, Evrensel)

Ne kadar yazsak, söylesek hep eksik kalıyor, kalacak. Öyle streteji falan uzmanı olmaya gerek yok. Biraz vicdan biraz adalet duygusu yetecek aslında. Mesele, ‘Neden?’ sorusuna yanıt verecek analitik düşünce sisteminde yatıyor. Nedenlerden yola çıkıldığında sonuçlar üzerinden yapılanların algı yaratmaktan başka bir şeye yaramayıp hamasi nutuklar ve kör dövüşüyle toplumsal bölünmeyi derinleştirdiğini hepsi biliyor ya yine bir hatırlatayım dedim. 

“Çuval ve kedi” hikayesini duymuşsunuzdur. İşkence yöntemi olarak dünya işkence tarihine geçmiştir. Büyük bir çuvalın içine konan insanın belden aşağısına kedi atılır. Can havliyle kedi yapacağını yapar... Toplum olarak büyük bir çuvala sıkıştırılmışız ve kedilerin tırmalamalarıyla işkence görüyoruz. 

Çuvalın dışında başlarımız, bağırıyoruz. Kahrolsun kedilerrrr. 

Evet sonuçta yaralanmamıza yol açan kedilerdir. Bu bir “sonuç”tur. Ama bizlerle kedileri aynı çuvala sokan, ya da kedileri çuvala atan güç nedir? Bu “neden”dir. Nedenleri görmeden, sorgulamadan daha çok bağırırız “kahrolsun kediler” diye.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa