12 Ocak 2017 01:00

Bir halife sultan devleti mi?

Bir halife sultan devleti mi?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Türkiye’nin tekelci burjuva iktidarı aynı zamanda bir dini yönetim midir? Bu soruyu, dini yönetimlerin türleri ya da yönetimin dini ideolojiyi değil sadece toplumun dinsel kurumsallaşmasını da içeren politika ve uygulamalarının kapsamı dolayımında  “evet!” şeklinde yanıtlamak için yığınca dayanak bulunabilir, binlerce uygulama örnek gösterilebilir.

Türkiye Cumhuriyeti devleti, kuşkusuz –ve henüz- Suudi Krallığı türünden bir şeriat devleti değildir. Burjuva cumhuriyetinin uluslararası ve ulusal ölçekte halkların mücadelesinin baskısı altında ve “modern dünya ile uyumlu olma” adına zorunlu olarak kabul ettiği “laik sosyal hukuk devleti”nden geriye, sözü edilebilir nitelikte bir şey kalmamış olsa da, henüz devletin “din devleti olduğu” ve şeriat kurallarıyla yönetileceği yönünde  resmi bir karar ya da açıklama yoktur.

Ancak, on yıllardır, dini ideolojiyi ve ırkçı-şoven politikayı kitlelerin manipülasyonunun bir aracı olarak kullanan sağ-gerici, faşist ve militarist parti ve hükümetlerin, biçimsel laisist politikayla laiklikten yana olanlarla savaş halinde oldukları da bir gerçektir. Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir devlet kurumu aracıyla sürdürülen kurumsal dincileştirme, yani toplumsal yaşamın dini ideoloji doğrultusunda ve dini kurumlar tarafından denetlenmesi ve yönlendirilmesi çalışması bir yana, resmi-gayrı resmi dini örgütlenmeler, vakıflar, kurslar ve “İmam Hatip Okulları” gibi eğitsel-örgütsel mekanizma “harıl harıl” çalışmaktadır. Bu mekanizmayı; merkezi devlet iktidarının bu en önemli halkla ilişkiler aygıtını en iyi çalıştırıp tahkim eden; çok sayıdaki bakanlığın bütçesini katlayan bütçe ile güçlendiren, başkanının altına milyonluk araba tahsis ederek “Başkanın yaverleri” arasına alan ise, Sarayı Sultanlık “külliyesi” olarak kullanan Erdoğan yönetimindeki siyasal iktidar olmuştur.

“Müslüman laik olmaz!” şiarını siyasal yaşamının düsturu edinmiş, ve “eşi-benzeri bulunmayan üstün kişi” olarak  tanıtılan  bir “tek adam”ın yönlendirmesi ve cesaretlendirmesiyle iktidar partisi ve hükümetinin yönetiminde girişilen ideolojik-kültürel, politik-sosyal seferberlikle, zaten biçimsel, yarım, “topal ördek” statüsünde olan burjuva laisizmine toz attırılmıştır! Bundandır ki, “Müslümanlık gereği!” denilerek cinayetler işlenmekte, yaşam tarzlarına baskı oluşturacak fetvalar verilmekte, 4-6 yaş grubu çocuklara din savaşları tatbikatları yaptırılmakta, 6 yaşındaki kız çocuklarıyla evlenilebileceğini söyleyenler çoğalmakta; laiklik savunusuyla sokağa çıkanlar terörist ilan edilerek polis zorbalığıyla der-dest edilmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Kimsenin yaşam tarzı tehdit altında değildir!” buyursa da, “kininin ve dininin neslini yetiştirme” politikasının taze ürünleri dal-budak salmaya başlamıştır. “Allahu ekber!” diyerek kafa kesenlerle aynı sözleri sloganlaştırarak sokak terörü estirenleri birbirlerinden ayırt etmek giderek zorlaşıyor.

Diyanet’in hazırladığı ve Türkiye’deki tüm camilerde okunan cuma hutbesinde, yılbaşı kutlaması yapanlar, “Kendini ve yaratılış gayesini unutarak, değerlerimizle örtüşmeyen, insan hayatına katkısı olmayan gayrimeşru tutum ve davranışlar sergilemek“le suçlanırken, birilerinin de çıkıp yılbaşı kutlaması yapılan bir eğlence yerinde çeşitli ülkelerin vatandaşlarından oluşan bir topluluğu topluca katletmesi, Saray iktidarının havuzundan beslenen medya madrabazlarının “şok, şok, şok!” reklamcılığıyla  şarlatanlığını yaptıkları sıradan bir haber haline gelir. Ardının “pıtrak” gibi gelmesi şaşırtıcı olmaz. Biri, din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını; devletin dinden elini çekmesini; inanç biçimlerinin istismarından vazgeçilmesini, okulun-eğitimin dini temelde yapılmasına son verilmesini isteyenleri “terörist” olarak ilan eder, öteki “Aleviler dinsizdir, katli vaciptir!” fetvası çıkarır, beriki,  “idam idam” diye salınır, Hıristiyanlığı ve Museviliği  “kafir” dini ilan eden mürtediler; din bezirganlığı yaparak milyar dolarları istifleyip insanları dolandıran “Derin Hoca”lar çoğalır, onların aldatıp yönlendirdikleri de günü gelir, birbirlerini yine “kafirlik” suçlamalarıyla boğazlamaya başlar!

Bu yönlü bir tehdidin ülkeyi sarmadığını düşünenler, toplumun “bağrı”na baksınlar! Giderek büyüyen “mahalle baskısı”nın “Laiklik Anayasa’dan çıkarılsın!” diyen Meclis Başkanı’ndan, “ilk laik Şeytandır!” buyuran “eğitimci”den,  kendisi gibi düşünüp-onun inandıklarına inanmayanları “kafir” ilan eden yobaz fırıldaktan güç alarak nasıl da ağır bir karabasana dönüştüğünü görmeye çalışsınlar. Erdoğan’ı “insanlara ruh üfleyen, can veren başkan” olarak ilan eden prof. etiketli mürtedi, “Laiklik kafirliktir” diyen müdür, “2024’te hilafetin geri geleceğini” ilan eden bürokrat, eğitim sisteminin tümüyle dini ideolojiye uyarlanmasını isteyen “eğitim sendikası”(!) giderek büyüyen bu baskının sözcüleri ve haber vericileridirler.

Bunlar, ve daha da eklenebilecek yüzlercesi gözönündeyken, ve mümkünsüz olsa da “Osmanlıcılık” yeniden diriltilmeye çalışılır, modern yayılmacılığa soyunulur ve başkalarının topraklarında militarizm boy gösteriyorken, ve de ülke ve devleti “Tek Adam” ve onun adamları yönetimine vermek için kendi deyişleriyle “Kefen koltuk altında” savaşan siyasal iktidarın 2023 hedefinin yeşil-kara rengi oldukça açık iken yukarıdaki türden bir yaşam reorganizasyonun dayatılmasından korkanların kuşkuları çok mu yersiz? Ya da, iktisadi-sosyal saldırganlığı, işsizlik ve yoksulluğu örtme işlevi de gören bu ideolojik-kültürel ve politik kuşatma kırılamaz, bu kâbus atmosferi defedilemez bir “kader” midir?

Hayır, ama bir de şu var ki, ulaşılmış bir toplumsal yaşam düzeyinden 1500 yıl önceki iptidai koşullara dönüş, öyle sanıldığı gibi ne kolay ne de toplumun çoğunluğunca istenir bir şeydir. Zorbalıkla inşa girişimleri ise hüsranla sonuçlanacaktır. 2000’li yıllarda, dini ideoloji ABD ve Türkiye başta olmak üzere çeşitli ülkelerde yeniden güç kazanmış ve iktidarlar tarafından toplum yaşamını yönlendirmenin araçlarından biri olarak kullanılıyorsa; ve yine din ve mezhep savaşlarında yüzbinlerce insan katledilmişse de, geriye gidiş, sanıldığı gibi kolay olmayacaktır. Engelleyici toplumsal güçler bugün çok daha gelişkindirler. Ne ki, bulunduğumuz durumdan daha da gerilere savrulmamak için mücadele şarttır ve laiklik içinde olmak üzere demokratik özgürlükler için halkların uyanışı ve birliği, tarihi bir tekerür babında, günümüzde yeniden acil ve aktüel hale gelmiştir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa