13 Ocak 2017 01:12

En kritik virajda kamyonu devirmek

En kritik virajda kamyonu devirmek

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Tüm gözlerin mecliste gerçekleşen başkanlık anayasası oylamalarına çevrildiği şu günlerde ekonomi freni boşalmış bir kamyon gibi yokuş aşağı büyük bir hızla yol alıyor. Yıl başından bu yana TL’nin dolar karşısındaki kaybı yüzde 9.5’un üzerinde değer kaybetti. Son üç gündeki değer kaybı ise yüzde 4.5 dolayında.  Gelişmeleri yakından izlediğini belirten Merkez Bankasının hamleleri ise doların ateşini düşürmeye yetmiyor, aksine dolardaki ufak çaplı gerilemeler piyasa aktörleri tarafından alım fırsatı olarak görülüyor. Sonrasında büyük zıplamalar yaşanıyor. Merkez Bankasının son hamlesi olan yabancı para cinsi rezerv karşılık oranlarının 50 baz puan düşürülmesi de benzer şekilde cevapsız kaldı.

Saray’ın Merkez Bankası üzerinde kurduğu faiz baskısı halen sürüyor. O nedenle faizlere dokunmadan alternatif yollardan dövizi aşağı çekebilmenin yollarını arıyor. Diğer yandan uluslararası yatırımcıların politika faizinde “tatminkar” bir artırım olmadan dövizdeki sert yükselişin engellenemeyeceğine dönük değerlendirmeleri kamuoyuna yansıyor. Tatminkar artış nedir derseniz J. P. Morgan 150-200, Nomura ise 350-400 baz puanlık bir artışı gerekli görüyor.

Tüm bu gelişmelere karşılık piyasa faiz oranlarında sert bir yükseliş göze çarpıyor. Gösterge tahvilin faizi yüzde 11.5 seviyesine tırmandı. Gösterge faiz oranı 2013 yılında yüzde 5’in altına kadar gerilemişti. Geçtiğimiz yılın ekim ayında yüzde 8.50 seviyesinin altına inen gösterge faiz kasım ayında çift hanelere erişmişti. On yıllık tahvilin faizi ise yüzde 12’ye dayanmış durumda.

Evet Merkez Bankası politika faizini yükseltmemekte direniyor ama piyasa faizleri tırmanıyor. Ve TL değer yitirdikçe, istikrarsızlık arttıkça bu eğilimin güçlendiğini göreceğiz. İşte hükümetin kabul etmekte zorlandığı gerçek bu. Geçtiğimiz yıllarda Erdem Başçı da yaşanan anlaşmazlık üzerine Saray’a çıkıp yaptığı sunumda aynı noktayı vurgulamıştı. Elbette Merkez Bankası piyasa faiz oranları üzerinde en belirleyici rol oynayan aktördür. Ama asla ve asla tek aktör değildir. Diğer piyasa oyuncularının risk algısı, kur riski, enflasyon beklentisi gibi pek çok faktör piyasa faizlerini etkiler.

Kısaca açıklarsak, bundan on gün önce iki yıllık bir tahvil alan yatırımcının faiz getirisi dolar bazında neredeyse şimdiden sıfırlandı. Kur beklentilerinin bu denli olumsuz olduğu bir ortamda tahvillerden çıkış olması kaçınılmaz. Bu da faizleri yukarı çeker. Merkez Bankası istediği kadar politika faizini korusun. Peki tahvil faizlerindeki yukarı yönlü trend kredi faizlerine nasıl yansır derseniz. Hükümetin telkinlerine karşılık bankalar kredi faizlerini baskılasa dahi tahvil faizleri ile örneğin konut kredisi faizleri arasındaki spread daraldıkça bankalar daha riskli olan konut kredisi yerine garantili tahvil alımına yönelecektir. Bugün TCMB verilerine göre yıl sonu itibariyle ortalama konut kredisi faizi yüzde 11.43 dolayında yani gösterge tahvilin faizinden düşük. Elbette bankaların açtığı konut kredisinden kazancı faiz getirisiyle sınırlı değil. Ama yine de mevcut tablo sürdükçe konut kredisinin bankalar açısından cazibesini yitirmesine yeterli olacaktır. Hatırlayacaksınız Saray’da yapılan toplantı sonrasında bankalar konut kredisi faizlerini birbiri ardına yüzde 1’lerin altına çekmişti. Bu politik baskı halen hareket etmelerini zorlaştırıyor. Ama uzun vadede konut kredisi faizlerinde tekrar yukarı yönlü bir hareket kaçınılmaz görünüyor. Kaldı ki, bankaların fon maliyetini aşağı çekmek amacıyla baskılanan mevduat faizleri nedeniyle vatandaş doğrudan altın ve dövize yönlendiriliyor. Bu da dövizdeki sert yükselişi tetikliyor.

Konut piyasasına baktığımızda ise balonun sürdürülmesinin giderek zorlaştığı göze çarpıyor. OECD verilerine göre 2010 yılından itibaren gerçekleşen fiyat/kira oranındaki artışa bakıldığında Türkiye yüzde 50 ile üye ülkelerin hepsinin üzerinde yer alıyor. Bir diğer önemli gösterge olan fiyat/gelir oranı açısından ise sıralamaya Türkiye dahil edilmemiş. Ancak esas problem burada yatıyor, zira ücretler baskılanırken artan emlak fiyatları kullanım amaçlı emlak talebini zayıflatıyor. REIDIN tarafından hazırlanan ve ortalama gelire sahip bir ailenin 10 yıllık kredi kullanarak konut sahibi olup olamayacağını ölçen konut satın alma gücü endeksine bakıldığında ise piyasanın kalbi İstanbul’da endeks 50-75 aralığında seyrediyor. Endekse göre 100’ün altındaki değerler satın alma gücünün yetersizliğini gösteriyor.

İleriki haftalarda finans piyasalarındaki dalgalanmadan fırsat bulduğumuz ölçüde reel sektör değerlendirmelerine ağırlık vereceğiz. Ama şimdiden söyleyelim, görünen o ki, başkanlık sürecine odaklanan ve tribünlere oynayacağım derken piyasa gerçekleriyle kavgaya tutuşan hükümet bu en zorlu virajda kamyonu devirecek. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa