18 Ocak 2017
DİĞER YAZILARI
YAZI ARŞİVİ

Malum. Sert esiyor (neo) Osmanlı rüzgarı… ‘Çin İşkencesi’ diyerek, Osmanlı’nın torunlarını celallendirmek istemem…Alınmasınlar… Ecdatlarının tarihinde de  envai türlü işkence metotları(*) var…
Şeceresini Uzak Asya’dan başlatanlar da mahrumiyet duygusuna kapılmasın…
Zira Asya bozkırını mesken edinmiş Türk boylarında da ‘Çin’ ile aşık atacak hayli yaratıcı işkence yöntemleri mevcut...(tur).
Tayyip Erdoğan’ın bir ara diline doladığı ‘Mankurt’luk(**), söz temsili…
Doğu Perinçek’i de temin ederim ki,“Çin işkencesi’ diyerek,Avrasya karşıtlığına soyunmuyorum...
Rusya, Çin ve AKP/Saray’a gölge edecek her söz ve eylemi “ABD icadı” ya da “Amerikancılık”la itham eden Doğu Bey’e hassaten bildiririm:
Çin işkencesi tabirini kullanarak CIA işkencelerinin üstünü örtmek gibi niyetim yok katiyen… 
Rica ederim, bu suretle subliminal mesaj verdiğimi de düşünmeyin…
‘Çin işkencesi’ni anma sebebim şu:
Bilhassa 15 Temmuz’un açtığı kapıdan giren “20 Temmuz Darbesi” ertesi yaşadıklarımızı fena halde Çin işkencesine benzetiyorum…
Fiili Başkanlık sürecinde… 
Toplum bir nevi Çin işkencesine tabi tutuluyor, diyorum…
Hangi Çin işkencesi?
Sual yerinde… Zira tarihtaşları gibi Çin’in de işkence portfolyosu hayli zengin…
Fakat en bilineni ve bizde de vaktiyle kafaya teneke geçirilmek suretiyle sorgularda kullanılanı ‘damlatma’ yöntemi…
Şöyle ki:
Eski Çin’de, cezalandırılacak kişinin saçı kazınır ve direğe bağlanır…
Yukarı asılan hazneden başına (ya da alnına)ama hep aynı noktaya mütemadiyen su damlatılır…mış.
“Damlayan su taşı deler” sözünün bu teknikle bağı var mı, bilmiyorum…
Lakin yazılanlara bakılırsa, bu işkenceyle sadece tutuklunun başının delinmesi hedeflenmiyor…
Bir süre sonra,o damla başıma/alnıma ne zaman düşecek? sualine dönüşüyor… 
Tutuklu bu soru ve beklentiye kilitleniyor…
Başka şey düşünemez hale gelerek çıldırıyor/çıldırtılmaya çalışılıyor…
Aynı noktaya düşen damlanın yarattığı giderek artan acı bi’kenara…
Cadı avı…McCarthycilik… Nasıl adlandırırsak adlandıralım…
Baskı ve zulüm ‘damla’ları peyderpey damlatıldıkça…
Akademisyenlerden diğer kamu çalışanlarına, görevden alma/memuriyetten men etme…
Gözaltı/tutuklama furyaları toplumda “Sıra bana ne zaman gelecek!”endişesi yaratıyor…
Türkiye’yi topluca Çin işkencesine maruz bırakıyor…
Hayır. Yalnızca iflah olmaz muhalifler, okumuş yazmış “elit”ler değil, bu kuşatmanın mağduru…
“Yaptıkları var ki korkuyorlar… korksunlar!”hoyratlığına sığdırılamayacak derinlik ve yaygınlıktan bahsediyorum…
“Sıradan,” “ortalama” insanları da kapsayan toplumsal haletiruhiyeden söz ediyorum… 
Ki şimdi bunlara dair dinlediklerimi ve tanıklıklarımı paylaşacağım… kısaca.
Buyurun…
——---
(*)Misal. Bkz. Osmanlı İşkenceleri ve diğerleri, Bahadır Boysal… çizgi ve şekillerle anlatır ki Ak tosuncuklar bile anlayabilir… 
(**)Mankurt, Türk, Altay ve Kırgız efsanelerinde bahsedilen bilinçsiz köle. Mankurt haline getirilmek istenen kişinin başı kazınır, başına ıslak deve derisi sarılır ve böylece elleri kolları bağlı olarak Güneş altında bırakılır. Deve derisi kurudukça gerilir. Gerilen deri başı mengene gibi sıkar ve inanılmaz acılar vererek aklını yitirmesine neden olur. Böyle bir kişi bilinçsiz ve her istenen şeyi sorgusuzca yapan bir köleye dönüşür. (Vikipedi)

‘TOPLUMSAL PARANOYA’ YARATMA TESADÜF DEĞİL, İKTİDAR TEKNİĞİ

Fox TV ana haber sunucusu Fatih Portakal henüz Sözcü’ye o mülakatı vermemiş…
“Evet, ben de korkuyorum… sabaha karşı kapım çalınır mı endişesini duyuyorum”(9 Aralık 2016) dememişti… henüz.
Yaz sonu… Anadolu’da küçük bir ilçe…
Ev sahibesi avluda, rutin işleriyle meşgul…
Gıcııırt… 
Uyarıyı alır... Başını çevirir… Bahçe kapısından giren, ilk kez gördüğü yabancı erkeğe bakar; şaşkın ve tedirgin…
-    “Ben polisim… ”
der…
Etrafı süzerken, kendinden pek emin, anlatır sebebi ziyaretini…
Komşusunu aramış da… Evde yokmuş da… Nerede bulurmuş da…
Bakmış ki misafiri gitmek yerine ha bire soruyor…
Tedirgin… Şaşkın… Buyur eder avludaki çardağa... Oğlunu da itekleyerek oturtur, misafirinin yamacına… 
Soğuk meşrubat ikram eder, meraklı konuğuna…
Yatıya gelmedi ya… Sonunda gider… 
Eşi, girince bahçeye, anlatır bir bir…
-    Polis geldi... Bizim ….’leri sordu…
Hanımının telaşla polisin oturduğu minderi, çardaktaki kilimi silkelemesi, ince ince didiklemesi dikkatini çeker…
-    Yav sen ne yapıyorsun böyle allasen?
Hanımı sır verircesine, kısık sesle mırıldanır:
-    Polis geldi ya… Görmüyor musun ortalığı… Hadi dinleme cihazı filan yerleştirdiyse…
Kocasının tepkisini beklemez… Zira, sıra avluyu sulamada…
O, kovaya daldırdığı maşrapayı polisin temas ettiği yerlere boca ederken, tedirginlik kocasına bulaşır…
Hissettirmemeye çalışsa da yutkunarak sorar:
-    Minderin, kilimin canını çıkarttın da bu ne!.. Köşeyi bucağı niye suya boğdun?
-    Kaşla göz arasında ya ağacın mağacın altına yerleştirdiyse? 
***
Kurmaca değil… Aynıyla vaki… Temin ederim sizi; mübalağa yok… Bahsi geçen ev sahibinden dinleyen ahbabımdan naklettim…
Fatih Portakal misali… “Şafak vakti götürülme…”endişesiyle yaşayan, ‘sadece beyaz yakalılar… hatta muhalifler değil’e örnek olarak anlattı…
Hikayesini paylaştığım aile ziyadesiyle ‘sıradan’, hiçbir ‘aşırı’lığı olmayan bir aile…   
Siyasetle neredeyse tek alakası sandığa gitmek olan… 
Evine gazete dahi girmeyen, TV’den beslenen…
AKP’ye kızdıkça oyunu MHP’ye veren sağcı bir ailenin tecrübesiydi, yukarıda okuduklarınız…
***
Sen, ben, biz, siz… benzer duyguları yaşıyoruz…
Hiç olmadı, biliyoruz ki… 
Az değil benzer kaygılarla yastığa baş koyan… 
Ya da uykuda yakalanmamak için baskına, sabah yatağa girenler… 
‘Şafak baskını…’ ile derdest edilip ‘götürülme’ tedirginliğine dair çokça hikaye dinlemiş/paylaşmış olmalısınız siz de…
Ben bu kaygının toplumun çeperlerine sirayet etmiş hallerine dair bir iki pasaj daha aktaracağım…
İlki yakın arkadaşımdan…
Geçen Kurban Bayramı…
Ege’de, köyde yaşayan ablasını arar… Takılır:
-    Abla eskiden olur olmaz arardın… Nicedir sesini duymaz oldum… Yeğenlerini dahi unuttun…     
Abla “Baba yadigarı”nın sitemine hak verir… Uzatmamaya çalışarak, kaygılı, kısa kısa:
-    Haklısın… Ortalık karışık… Telefonlar… (iyice sesini saklayarak) dinleniyor minleniyor, diyip duruula… Sana zarar veririm diye be kardeşim…
Kardeşine zarar vermemek için kardeşinden, telefondan uzak duran ablamız gününü çiftte çubukta geçiren Ege köylüsü bir CHP’li…
***
Telefonun aktüel mahsurlarını keşfetmiş ‘sıradan’ son insan hikayemize bizzat şahit oldum…
Geçen hafta sonu arkadaşlarıma, yemeğe gittim.
Memleketten anneleri gelmiş… Hoşbeş… derken…
Müsaade istedi, anne… Ameliyat olmuş yakınları; şifa dileyecek telefonda…
Kulağı az işitince teyzemizin, desibeli yüksek oluyor…
Haliyle biz de kulak misafiriyiz…
-    … Bey nasıl?..
İle başlayan geçmiş olsun… İyi olur, bunu da atlatır inşallah… faslı geçince…
Muhtemelen evde az evvel bizim muhabbetin tesiriyle olsa gerek, teyzemiz telefonun öbür ucundaki kadına sorar:
-    … Hanım n’olacak Tayyip’in bu başkanlık işi?.. Ne oy vereceksiniz?..
-    Alo… Alo… Duymuyorum... Hanım…
Kaybolan sesten yakınan teyzemizin ahizeyi kulağına iyice gömmesinden belli; problem var…
Neyse ki kısa kesildi konuşma… Ve “Alalhalah” şaşkınlığıyla, başını sallayarak anlatınca öğrendik:
-    Aman aman…. Hanım… dinleniyor telefonlar… Böyle şeyler konuşulur mu buradan…
diyormuş, karşıdaki...
Bize kadar ulaşan ses tonunun ‘başkanlık’ta aniden kısılmasının sebebi meğer buymuş…
Arkadaşımın annesini telefonda tedbirli olmaya davet eden teyzemiz de diğer misallerdeki gibi; ‘sıradan’… 
Ortalama CHP’li aileye mensup ve emekli maaşıyla küçük bir Anadolu kentinde yaşıyor…

MUHALEFET PSİKOLOJOSİNİ BASKILAMA 

‘Fiili başkanlık’ ikliminden paylaştığım bu ‘sıradan insan’ fotoğrafları ne diyor?
Naklettiği anekdotlardaki hassasiyetler kişisel ruh halleriyle açıklanabilir mi?
Elbette kişisel psikolojik donanım/bagajların payı var… olur.
Fakat bunu aşan boyutları da yok mu?
Önümüzdeki yazıda biraz daha bu meselenin üstünde duracağım. 
Fakat şimdiden şu kadarını söylemeliyim.
Bana kalırsa, göstermeye çalıştığım tablo, ruh sağlığı sahasının, uzmanlığının ötesinde, bir probleme işaret ediyor.
Siyasal/toplumsal iklim bağlamında ele alınmayı hak ediyor. 
Giderek kesifleşen ‘toplumsal paranoya’ iktidarın iktidar etme tekniğinin ürünü, diye düşünüyorum.
Muhalefeti baskılayıp denetlemenin, giderek etkisizleştirmenin psikolojik ve siyasal aracı olarak görüyorum. 
“İktidar Tarihçisi” Michel Foucoult’nun gün ışığına çıkarıp çözümlediği ‘panoptikon’ “zamazingosu”ndan bahisle muradımı anlatmaya çalışacağım…
Panoptikon?
Ne alaka?
Bir mani çıkmazsa haftaya…   

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Peşkeşe ‘dur’ de!

Peşkeşe ‘dur’ de!

Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesi için alınan ve genelde mal değerinin yüzde 10 düzeyinde belirlenen geçici teminat bedeli 250 milyon TL oldu. Bu bedel madenin sadece 3.5 günlük kazancına denk geliyor. Satışa karşı direnişi sürdüren madenciler, ‘Yağmayı durduralım’ çağrısı yaptı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
5 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et