Vedat Günyol'un ay aydınlığı...
“Kiziroğlu Mustafa Bey gibi bir hışımla gelir geçerler bütün kötü iktidarlar, geride bir Köroğlu kalır, şanı şöhreti bütün dünyayı tutar.”
Vedat Günyol’un “Devlet İnsan mı?” kitabından altı çizili bir cümle. Dünü de söylüyor bugünü de… Başımıza gelecekleri biliyor gibi... Gençliğimin en civcivli yılları... Küçük defterlerimden birine yazmışım sözü.
Yazıya bulaştığım, Günyol’un kitaplarına, “Devlet İnsan mı?”sına, “Dile Gelseler”ine, “Bu Cennet Bu Cehennem”ine, “Çalakalem”ine, “Orman Işırsa”sına iştahla sarıldığım yıllar...
Batılı, Batıcı denemecilerden sonra, Anadolu gerçekliğini, hümanizmayı konuşur gibi, dertleşir gibi söyleyen bir denemeci...
Montaigne’i, Bacon’u, Alain’i tanıdıktan sonra Nurullah Ataç’ın “Deneme ben ülkesidir” sözüne başka türlü bakıyordum. Suut KemalYetkin’in dili felsefeyle, estetikle sarmaş dolaş kıldığı denemeleri başka süzüyordum. Onlarla aklım ermeye başlamıştı dünyaya.
Hele Günyol’un “ben”den “biz”e giden, denemeyi yalnızca iç dökme görmeyen, günceli ve toplumsalı da diline oturtan anlayışını tanıdıktan sonra ruhum da yunmuş arınmıştı artık.
Sabahattin Eyüboğlu’nun, Cevat Şakir’in pırıl pırıl bilinçleriyle, ışıl ışıl dilleriyle “dile gelen” Anadolu aydınlanmacılığı, evrensel insan sevgisi somutlanmıştı yazdıklarımda, okuduklarımda.
Günyol’u, Eyüboğlu’nu, Balıkçı’yı tanıdıktan sonra mı büyüdüm? Azra Erhat’ın “İşte İnsan”ını okuduktan sonra mı? Bu sorunun yanıtı, “Her şey insandadır. Hâlâ onlarla büyüyorum.”olabilir ancak. Günyol’un doğum gününde onunla yeniden buluştuğumuzda bir kez daha yaşadım bu duyguyu.
Kartal Belediyesi, Türkiye Yazarlar Sendikası, İstanbul Barosu, Kırmızı Kedi Yayınları ve özellikle de Günyol’un öğrencilerinin emekleriyle bir “ Vedat Günyol imece sofrası” kuruldu Kartal Hasan Âli Yücel Kültür Merkezi’nde. I. Vedat Günyol Deneme Ödülü için buluştu Vedat Günyol dostları.
Alpay Kabacalı’nın deyişiyle “hümanizmanın imececi öğretmeni”ni, sevgili öğretmenlerini andılar. Andılar demeyelim, anımsadılar. Liseli çocukların sevinci, heyecanı vardı hepsinde. Başöğretmen birazdan tahtaya kaldıracakmış gibi kıpır kıpırdı hepsi.
Günyol Hocaları yanlarındaydı, aralarında dolaşıyordu. Oradaydı. Anılarına döndüklerinde gördüm bu yakınlığı. Salonda değil de Platon’un Akademi Bahçeleri’nde geziniyorlardı sanki. Günyol’un sorularla, sabırla ördüğü bilinçleri, bellekleri öylesine diriydi ki hepsinin. İşte, belki de bu gençlik meraklarını yitirmemeleri için anlatmıştı hocaları onlara dünyayı. Daha güzel bir dünyaya inançlarını yitirmesinler diye... Daha umutlu, ışıltılı bir yeryüzü için savaşımlarını eksitmesinler diye... Ben de biraz daha büyüdüm Günyol’un öğrencileriyle, dostlarıyla. Günyol’un eskimeyen ışığı gezidi durdu aramızda.
Dergisi Yeni Ufuklar’ın 1960 yılı Mart sayısındaki bir yazısını anımsadım. “Topluma Ayna Tutanlarla Işık Tutanlar”dı yazının başlığı. Günyol, Memduh Şevket Esendal’ın sanatçıları toplumun önünden gidenler, ışık tutanlar ve ardından gidenler, ayna tutanlar ayrımına karşı şu soruyu soruyordu Esendal’a ve okura:
“Acaba, ayna tutan her sanatçı, biraz da ışık getirmez mi topluma?”
Sorudan sonra kendi yazarlarını sıralıyordu:
“Bugünün yazarları içinde, ileri bir dünya ölçüsüne göre, olayları, insanları alaya alan Aziz Nesin’i gösterebiliriz. Aziz Nesin’in alayında, olumlu bir kafadan geldiği için, gerçek anlamıyla bir ışık tutma işi var, hem de ölesiye” dedikten sonra, “Topluma ışık tutan sanatçıların başında Yakup Kadri, Sadri Ertem, Sabahattin Ali’lerden başlayıp Orhan Kemal, Samim Kocagöz, Yaşar Kemal, Kemal Tahir, Attilâ İlhan’dan geçerek Talip Apaydın ve Fakir Baykurtları sayabiliriz.” diye sürdürür yazısını.
Günyol’un sorgulama yöntemiyle örtüşen güncel, diyalektik bir sorudur bu. Yazı ömrünce yanıtını bildiği bu soruyla okurun da uğraşmasını istedi o.
Yanıtlar değil, sorular önemliydi. Belleği diri kılan, bilinci işlek kılan sorulardı çünkü ona göre. Esendal’ın saptamasını yazının sonunda şöyle tamamlıyordu Günyol:
“Esendal’ın sınıflamasında boş kalan bir yeri doldurmak gerekirse topluma ayna tutanlarla ışık tutanların yanında, bir de toplumu karartanlar diye bir bölük sanatçıya yer vermeliyiz. Bu bölüğe, aklın gücünü küçümseyen, karanlık bir dünya özlemiyle kendilerinden geçen birtakım sanatçılar girmektedir.”
Aydınlıktaki yazarların karşısına da Peyami Safa’yı, Samet Ağaoğlu’nu, Abdülhak Şinasi Hisar’ı “bu bölüğün öncüsü ve demirbaş”ı olarak koyuyordu.
Karanlık, bugün daha da büyüdü. “demirbaş yazarlar” a yancı, yamacı gazeteciler de katıldı. Bu karanlığı silip süpürmek için Vedat Günyol’un aydınlığına şimdi daha çok gereksinim var. Onun çevirileri, denemeleri, eleştirileri yeniden okunmayı bekliyor. Doğum günündeki buluşma, bir daha anımsattı bunu bize.
İyi ki doğdun Vedat Hoca!
Evrensel'i Takip Et