Esad, Putin, Rutte, Erdoğan... Kazanan tartışılır ama kaybeden net!
Hollanda, Suriye, Rusya, İsrail...
Tüm ülkelerle yaşanan gerilimlerde...
Kimin, hangi liderin, hangi ülkenin kazandığı üzerine tartışma eksik olmuyor.
Hollanda ile yaşanan son gerilimde de aynısı oldu.
Kazananlar sıralandı:
- “Gerilim Hollanda’da iktidar partisine yaradı, başbakan Rutte seçimi kazandı.”
- “Tansiyonun yükselmesinden Erdoğan kârlı çıktı, ‘evet’ oyları 2 puan arttı” (Cumhurbaşkanı Erdoğan da kazandığını düşünerek saydırıyor: Cibilliyetsizler, biz sizin kanlı geçmişinizi biliyoruz. Bıktık sizden vs...)
Kazanan tartışılıyor da... Lakin hangi ülke olduğu fark etmeksizin bu gerilimlerin mutlak bir kaybedeni var.
Kaybedene bakmalıyız.
“Ülkenin yanında ol”.
“Milletinin safında yer al”
“Mandacı olma”
“AB karşısında ezik olma”...
Benzeri söz kalabalıklarının kaybedeni gizlemesine izin vermemeliyiz.
Ya da şu hamasi lafların...
- 150 yıllık parantezi kapatma şansına sahibiz...
- Yaşlı Avrupa’yı kendi sorunlarıyla, açmazlarıyla, felaketleriyle, çöküşüyle baş başa bırakıyoruz.
- Yeni ve genç bir dünya şekilleniyor, yeni bir küresel güç haritası oluşuyor. Biz de orada güçlü bir şekilde yerimizi alıyoruz...
Oysa... Köşe yazılarında, televizyon ekranlarında, miting meydanlarında koparılan fırtına gibi akmıyor hayat. Ve o koparılan fırtına, söz ile hedefe konanı değil bambaşka kimseleri süpürüyor.
Ve o süpürülenleri...
Sadece diplomatik hataları, dış politika yanlışlıklarını, ulusal çıkarlara verilen zararları sıralayarak...
Gelişmeleri, “Türkiye kaybediyor” parantezine alarak göremeyiz.
Kaybedenler kim, neyi ve kimi kastediyoruz?
Açalım!
SADECE BİR KESİME ÇIKAN FATURA
Suriye’den başlayalım...
Evet, Türkiye Suriye’ye Batılı müttefiklerinin rejim değiştirme planına ortak olarak girdi.
‘Rejim değiştirme’ hedefi zora girince ABD ve Batılı güçler siyaset değişikliğine giderken... Türkiye, Suriye lideri Esad’a diklendi, siyasetini kabadayılıkla sürdürdü.
Evet, bunun ağır siyasi sonuçları oldu...
Evet, sonrasında bir numaralı öncelik haline getirdiği Rojava siyaseti nedeniyle Türkiye’de Kürt sorunu ile Suriye meselesi iyice karmaşık hal aldı.
Göç ve ağır insanlık dramları yaşandı.
Tüm bunların yanında bir de sadece alt gelir gruplarının ödediği bedeller oldu.
Sınır ticaretinin durması nedeniyle Akdeniz ve Güneydoğu ekonomisi zarara uğradı.
Meyve-sebze üreticileri zarar gördü.
Mülteci kampları maliyeti, askeri hacamalardaki muazzam artış... Suriye ile ekonomik ilişkilerin azalması sebebiyle artan dış ticaret açığı gibi sebepler emekçi halka işsizlik ve hayat pahalılığı olarak döndü.
Rusya ile devam edelim.
Rusya’nın uçağını düşürdük!
Kahramanlık ve güç edebiyatı yaptık!
Karşılığında Rusya ambargosu geldi.
“1 milyar dolarlık mal alsan ne olur almasan ne olur?” diye efelendik!
Lider diklendikçe gaza gelerek posta koyduk: “Tezek yakarız, Rusya’dan gaz almayız ama Rusya’ya boyun eğmeyiz”
Turizm 7 milyar dolar zarar yazınca...
On binlerce turizm çalışanı işsiz kalınca...
Tarım ve ticaret ağır darbe alınca...
Vatandaşa ağır bir fatura çıkınca...
Yani ticaret, turizm, tarım süreçten etkilenince gaza gelmeyi bıraktık... Üretici köylüler elde kalan ürünlerini sokaklara döktü.... Turizm bölgesindeki esnaflar yürüyüş yaptı.
Doğal! Ne de olsa tepedekilerin yarattığı gerilimi bu kesimler ödüyordu.
BİZ PORTAKALI, SONUÇLAR DA BİZİ SIKIYOR
Fatura bir kesime çıkmasına rağmen her seferinde topluca gaza gelme işi devam etti. Bu gerçeği Almanya ile yaşanan ‘Ermeni soykırımı’ tartışmasında da gördük, Hollanda ile yaşanan son gerilimde de...
AB ülkeleriyle yaşanan her gerilim en basitinden döviz kurlarını etkiyor. Kurları artıran ya da düşüş dönemlerinde daha çok ucuzlamasını engelleyen sebeplerden biri AB ile gerilim.
Yüksek kurun bedelini borçlu şirketlerde, işten atılma ya da ucuz işçilik olarak ödeyenler çok açık ki işçiler oluyor.
Yüksek kur enflasyonu artırıyor... İşsizliğin ve yoksulluğun pençesindekilerin yüküne bir de hayat pahalılığını bindiriyor.
Söz konusu gerilimlerin başka faturaları da var.
Örnek: Turizm.
Turizm sektörü Türkiye’nin petrolü, doğalgazıdır.
Türkiye’nin önemli kaynağını besleyen damar, 20 milyon turist ile Batı’dır.
Bu insanlar hükümetlerinden, medyadan etkileniyorlar. Milyonlarca insanı doğrudan ve dolaylı yoldan istihdam eden turizm sektörü gerilimden beslenebilecek değil kaybedecek bir sektör.
Batı ile gerildikçe...
Taksiciler, oteller, manavlar, et satanlar, içki satanlar, lokantalar ve çalışanları kaybediyor.
Güvenli, huzurlu, eğlenceli, diğer ülkelerle gerilimsiz bir ülke olmaktan çıktıkça bu ülkenin emekçileri kaybediyor.
Kruvaziyer turizmi yapan birçok geminin Türkiye’yi rotasından çıkarması sonrası...
Turizminin aldığı darbeyi gidip İstanbul, İzmir, Kuşadası esnafına sorduğunuzda alacağınız cevap hiç de gaza gelip portakal sıkan, Hollanda cinsi ineği kesmeye kalkan ruh haliyle örtüşmüyor.
SORUNLARIN KAYNAĞINA DOKUNAN YOK
Küreselleşmenin ekonomisi liberalizm. İdeolojik destekçisi de ‘liberal demokrasi’ idi.
Küresel ekonomik krizle sonuçlandı.
Küreselleşmeyi de, AB projesini de zora sokan bu süreç aynı zamanda ‘aşırı sağ’, ‘faşist’ politikanın yükselmesine zemin hazırladı. ‘Beyaz kimlikli’, İslam karşıtı, sınırların kapatılmasını savunan anlayış bu zeminde yeşerdi.
Yeşeren bu güç, neoliberal yıkımın ağır sonuçlarını yaşayan Avrupalı emekçilere hedef saptırtıyor. Göçmenleri hedef gösteren yükselen güç, ırkçılık ve milliyetçilik sorunu yaratan neoliberal ekonomiyi görmezden geliyor.
Tıpkı bizim ülkemizi yönetenler gibi...
Onların da, sorunun asıl kaynağı neoliberal ekonomi ile dertleri yok.
‘EKONOMİYİ BIRAK İNSANLIĞA BAK’ YALANI
Gerilim politikalarının ekonomik faturasını emekçi halk öderken... Yönetenlerin şu çağrısı hiç eksik olmaz: ‘İnsanlık adına, ulusal gurur adına, eziklikten kurtulmak adına hep birlikte dik duracağız.’
Biz bu çağrıya inanıp ödediğimiz ekonomik faturayı, insanlık adına önemsemezken... Bir bakarız insani duygularımız meze olmuş!
Yöneticilerimiz, Rusya’ya, “Suriye’de ne işin var?” diye sorduklarında insanlık adına aynı soruyu gür bir şekilde tekrarlarız.
Rusya ile ara düzelince...
Yöneticilerimizin birdenbire Suriye’deki mağdurları unuttuğunu...
Rusya’nın operasyonlarında ölen sivilleri görmezden geldiğini...
Türkmenleri dert etmediğini...
Tıpkı, sabah akşam suçladıkları ‘emperyal güçler’den hiç farkları olmadığını görürüz.
İnsanlık suçlarının unutulduğunu da...
İsrail ile anlaşma sağlanınca, İsrail’in Gazze operasyonlarına, ambargoyu delmeye çalışan gemileri yolundan döndürmesine ses çıkarılmadığını görürüz.
Biz, Rabia işaretlerini eksik etmeyiz arabamızdan, dükkanımızdan, giysilerimizden... Bir bakarız ki Rabia’nın memleketindeki askeri darbeye finansör olan ‘Suudilere’ tek laf etmez yönetenlerimiz.
Ve gördüklerimizi görmeyelim diye...
Faturayı ödeyenler olarak gözümüz bağlansın diye...
“Biz Avrasya tünelini bitirdik, çılgın projeye yol alıyoruz” laflarıyla işi “bizi kıskanıyorlar”a getirirler.
Unutmayalım ve uyanık olalım ki...
İki yüzlülük sadece Batı’ya özgü değildir.
DİKLENENİN DE AYRIMCININ DA FAYDASI YOK
BATI ile sürdürülen gerilim AB ülkelerinde yaşayan Türkiye vatandaşları ve diğer İslam ülkelerinden gelen göçmenleri zora sokuyor.
Hem Avrupa’da yükselen faşizm ve yabancı düşmanlığı hem de Türkiye’deki iktidar güçlerinin baskısı altında adeta cereyandalar.
Bilinmesi gerekir ki...
‘Bir Türk ile komşu olmak ister misiniz?’ deyip oy isteyen İngiliz siyasetçinin de...
Ekonomik krizin mağduriyetini arkasına alan ABD başkanı Trump’ın da...
‘Eyy Avrupa’ deyip referandumda desteği artırmak isteyenin de...
Desteğini aldıkları güçlere faydası değil zararı var.
Hollanda’daki seçimde, hükümet ortağı İşçi Partisi hezimet yaşadı.
Gerilemesinde, savunduğu kemer sıkma politikasının büyük etkisi oldu.
İşte bu doğru tepkiyi koyanlar ile siyasi gerilimlerin faturasını ödeyenlerin ellerini birleştirmesi gerekiyor.
Zira eller yönetenlerin arkasında itici güç oldukça büyüyen tek şey ödenen faturalar oluyor. Ülkelere ‘efelenmek’ gururumuzu okşuyor olabilir. Hatta kısa vadede desteklediğimiz partileri güçlendirebilir de… Lakin gerilim politikasının ekonomik ve sosyal faturası ağır oluyor.
Not: Gerilimin göçmenlere faturasına... Gerilimin, Terörle Mücadele Yasası ve OHAL kapsamındaki antidemokratik uygulamalara sorunsuz devam etmenin aracı kılınmasının getireceği faturalara da dikkat çeken... Gazetemizin, 16 Mart tarihli, başyazısı da buradaki anlatıların üzerine eklenmelidir.
Evrensel'i Takip Et