Avrupa'ya tehdit ve 'Führer'lik referandumu
Fotoğraf: Envato
Almanya’da 2 Mart’ta Gaggenau Belediyesi’nin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın referandum toplantısını iptal etmesinin üzerinden geçen üç hafta içinde Ankara-Berlin hattında çok şey oldu. Normal koşullarda bir yıla sığdırılabilecek gerilim oranı, bu üç hafta içerisinde epey mesafe kat etti.
Şimdi en çok merak edilen bu gerilimin sonunun nereye varacağı...
Kapitalist ülkeler arasında bu tarz diplomatik krizler genellikle, eğer aralarında köklü çıkar çatışmaları bulunmuyorsa, birkaç aylık ya da yıllık soğumadan sonra tekrar normalleşme sürecine giriyor.
Ankara-Berlin hattında son haftalarda olanlara bakılınca, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu gerilimi siyasi ranta çevirmek için yoğun bir çaba harcadığı görülüyor. Gerilimi canlı tutmak için dozajı artıran Erdoğan, Nazi benzetmesinden sonra işi Avrupa ülkelerini tehdit etmeye kadar vardırdı. Ölçüyü kaçırdıkça itibar yitiriyor, tepki topluyor.
15 milyondan fazla göçmen, 3 milyona yakın Türkiye kökenlinin yaşadığı Almanya gibi bir ülkeyi Nazilikle suçlayan Erdoğan, bununla Türkiye ve Almanya’da yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları arasında “Alman düşmanlığı”nı körüklüyor. Almanya’nın AKP toplantılarına izin vermemesini geçmişin Nazi Almanyası’nda olanlara benzetmek, her şeyden önce Nazi döneminde olanları hafife almak, yadsımaktır. Ki bu Almanya’da büyük bir suçtur. Hele ki alakasız bir yerde, suçlama mahiyetiyle kullanmak...
Ne gariptir ki Erdoğan, Almanya’yı “Nazilik”le suçlarken Alman tarihçiler bugünün Türkiyesi’nde otoriter rejim yönünde atılan adımları Nasyonal Sosyalizm döneminde olanlarlaa kıyaslıyor.
Gerçekten pek çok benzerlik var.
Örneğin 16 Nisan’daki referandum, içerik bakımından 19 Ağustos 1934’deki referanduma benziyor. Dönemin Almanya Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg’un 1 Ağustos 1934’te ölmesi üzerine, Başbakan Adolf Hitler önceden aldığı yetkiye dayanarak 2 Ağustos 1934’te cumhurbaşkanlığıyla başbakanlığı birleştiren (Üniter Başkanlık) bir kararname yayınladı ve 19 Ağustos’ta halk oyuna sundu.
17 gün içinde yapılan referandumda halka, “Cumhurbaşkanlığı makamı ile başbakanlık birleştirilsin. Cumhurbaşkanının yetkileri Führer ve Başbakan Adolf Hitler’e verilsin. Kendi yardımcılarını istediği gibi belirlesin. Sen Alman erkeği ve kadını bu yasada yer alan düzenlemeyi onaylıyor musun?” sorusu soruldu.
Referandum öncesinde bu soruya “Hayır” diyebilecek partiler ve örgütler kapatılmış, liderleri tutuklanmış, yayın organları yasaklanmıştı. Sokakta “Hayır” kampanyası yapmak mümkün değildi.
Sonuçta sandık başına çağrılan yaklaşık 45 milyon seçmenin yüzde 95’i oyunu kullandı ve yüzde 89 “evet” dedi. Ve bu “evet” tek lider ve tek parti öncülüğünde faşizmin her alana hakim olmasının, karşıtlarını ortada kaldırmasının, içeride ve dışarıda Alman sermayesinin çıkarlarının savaşla korumanın önünü açtı. Sonrası biliniyor...
Cumhurbaşkanlığı ile başbakanlığı birleştirmek, ama bu kez bütün yetkilerin cumhurbaşkanında toplanmasını öngören Türk tipi “Uniter Başkanlık” modelini isteyenler, elbette açık arayla, benzer bir sonucu hayal ediyorlar.
Nafile... Çünkü ne bugünün Türkiyesi o zamanın Almanyası, ne de şartlar aynı... Türkiye’de her alanda güçlü bir toplumsal muhalefetin, direnişin olduğu ortada. Newroz alanları bunun en son göstergesi.
Türkiye’deki “tek lider tek parti” iktidarı hesabının sadece öz değil biçimsel olarak olarak da 1933-34 yılları arasında Almanya’da olanlara benzediği uzun bir süredir tartışılmasına rağmen Erdoğan’ın Almanya’yı “faşistlik”le, “Nazilik”le suçlaması elbette düşündürücü.
Her iki ülke arasında ekonomik, siyasi ve insani yakınlık bilinmesine rağmen Erdoğan’ın ısrarla Almanya’yı hedefe koyması, hatta en son yaptığı gibi tehdit etmesi tek başına referandumda oylarını artırmaya yönelik bir strateji olarak açıklamak yüzeysel kalıyor.
Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, dün Handelsblatt gazetesine iki ülke arasındaki ilişkilerin 16 Nisan sonrasında kaldığı yerden devam edeceğini umduğunu söyledi. Zira Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşması durumunda büyük bir krizle karşı karşıya kalacağını de söylemeden edemiyor.
Belirtmek gerekiyor ki Almanya’ya yönelik “Nazi” benzetmelerine hem Almanlar hem de Almanya’daki Türkiye kökenliler gülüp geçiyorlar. Yıllardır Almanya’da yaşayan, Erdoğan’ın sıkı taraftarları bile Almanya’yı Nazilikle suçlamakla sınırın aşıldığını, benzetmenin gerçeğe uygun düşmediğini söylüyorlar. Bugün, Almanya’da yaşayan Türkiye kökenlilere yapılabilecek en büyük kötülük onların Alman dostlarıyla, komşularıyla, iş arkadaşlarıyla arasını bozmaktır. Alman komşusuyla, iş arkadaşıyla, esnafla iyi geçinemeyen bir Türkiye kökenli göçmen için Almanya “ikinci vatan” değil “cehennem ülkesi”nden başka bir yer değildir.
Bu nedenle Nazi benzetmelerine Almanlardan çok Almanya’daki Türkiye kökenlilerin karşı cevap vermesi gerekiyor. Bu cevap, önümüzdeki pazartesi günü kullanılmaya başlanacak oylarda “hayır” olmalı.
- Almanya seçimlerine doğru: Muhafazakarlar aşırı sağcılaşıyor 31 Ocak 2025 04:47
- Avrupa Trump’a karşı durabilecek mi? 24 Ocak 2025 04:15
- 2. Trump döneminde Avrupa'yı neler bekliyor? 17 Ocak 2025 04:58
- Avusturya'dan Güney Kore'ye siyasi krizler ne anlama geliyor? 10 Ocak 2025 04:08
- Almanya ABD’nin arka bahçesi mi? 03 Ocak 2025 04:54
- Avrupa 2024-25: Krizler, çelişkiler ve mücadele 27 Aralık 2024 04:19
- Romanya seçimleri, TikTok ve AB'nin demokrasi anlayışı 20 Aralık 2024 05:25
- ‘Suriyeliler gitsin mi, kalsın mı’ tartışması üzerine 13 Aralık 2024 04:24
- Avrupa'da 'siyasi kriz' hayaleti dolaşıyor 06 Aralık 2024 06:40
- Almanya'yı savaşa hazırlıyorlar 29 Kasım 2024 06:45
- Kiev'deki hesap Moskova'ya uyacak mı? 22 Kasım 2024 04:30
- Bir Almanya gerçeği: İşçilere yoksulluk, CEO’lara zenginlik 15 Kasım 2024 04:12