İktidar ve ‘iç savaş’ tehditleri!

Burjuva iktidarın “en yumuşak huylu“ sözcüleri dahi, “Anayasa referandumunda HAYIR çıkması durumunda kaos ve kargaşanın beklenmesi gerektiği”nden sözediyorlar. Kontrol mekanizmaları iyiden iyiye “yalama olmuş“ olanlarsa “iç savaş“ tehdidi savuruyor. Son kırk yılın hükümetlerinde bir biçimde “danışman” olma hüneri gösteren İlnur Çevik gibi -uluslararası patentli olduğu üzerine çok yazılıp konuşulan- biri dahi “hayır oylarının fazla çıkması durumunda kaos ve kargaşanın aranır olacağı” mealinde laflar ettiğine göre, iktidar ağababalarının, “ya iktidar ipi hep bizim elimizde olacak ya da bu ülke ve üzerinde yaşayanlar tufanlarda boğulacak!” pervasızlığıyla hareket ettikleri varsayılabilir. Peki, sermaye iktidarının “kendi milleti”ni iç savaşla tehdit etmesi ya da iç savaş korkuluğuyla teslim almaya çalışması “normal” bir durum mudur? Hayır!

Bir ülkede, burjuva devlet iktidarını ellerinde tutanlar, yönetimleri altında bulunan ülke halkını iç savaşla tehdit edecek duruma gelmişlerse, bu onların, ellerindeki tüm baskı ve zor güçlerine karşın, büyük zorluklarla karşı karşıya bulunduklarını ve iktidarı kaybetme korkusuyla hareket ettiklerini gösterir. Daha fazla baskıya, daha sınırsız şiddete ihtiyaç duymaları; polisi, ordu birliklerini, özel savaş güçlerini, kontra çetelerini halkın üzerine daha pervasızca sürmeleri; demokratik siyasal hak ve taleplere; işçi ve diğer emekçilerin grev, gösteri, yürüyüş gibi hak alma mücadelelerine düşmanca karşı durmaları; şovenizme, faşist ve militarist politikalara dört elle sarılmaya daha fazla ihtiyaç duymaları bundandır. 

Erdoğan iktidarının çeşitli düzeylerdeki temsilcilerinin söylemlerine bakılırsa, bu iktidar kendisini destekleyenler dışındaki herkesle savaş halindedir! Ve iktidarı ellerinde tutanlarla yandaşları kılıç elde, miğfer başta ve at sırtında bir yaman Osmanlı Sultanı’nın komutasında dışarıda “yedi düvel”e, içeride on milyonlarca “hain”e karşı cengaverce savaşıyorlar! Yayılmacı emel ve politikalarla programlanmış, provoke edilmiş, şantajlarla ısmarlanmış ve iş birlikçiliğin bedeli satınalınmış “dış düşmanlık” bir yana bırakılırsa, bu iktidarın yönetici ve sözcülerinin ortalama bir rakamla 25-26 milyon seçmeni en üst düzeyde en “yetkili ağızlar”dan “terörist ve hain” ilan edecek denli pervasız, “şaşkın” ve “çaresiz” olduklarını gösterdikleri söylenebilir. Öyle ya, bu denli çok düşmanı, bu denli çok teröristi olan bir ülke ve “millet“in ayakta kalması mümkün olamaz! Onların korkusu ise, “milletin çökmesi” değil, iktidarlarının çöküşüyle bağlıdır.

Kuşkusuz, iktidarları henüz halkın yıkıcı darbeleriyle yüzyüze kalmamıştır. Aksine, işçi ve emekçilerin önemli bir kesimi, on yılların ideolojik-politik yönlendirilmişliği nedeniyle bu iktidar ve politikalarına karşı, ya yeterince tutum almamakta ya da sessizdir. Grevler yasaklanmasına; iktidar hakimleri, işçilerin bugünü ve geleceğiyle oynama keyfiyeti göstermelerine; halkın büyük çoğunluğu “hain” olarak suçlanmasına ve bu suçlamanın kendisi büyük bir suç oluşturmasına karşın siyasal iktidar, belirli ölçüde süren Kürt direnişi dışında ve gerçek anlamında bir iç savaşla yüzyüze değildir. Öyleyse bu sözleri edenlerin kendileri, toplumdaki kimi gelişme göstergelerinden amansızca korkmakta ve  iktidarlarını sürdürmek amacıyla halka karşı savaşmayı düşünmektedirler.  

Toplumsal değişimin farkındadırlar: “Millet”ler giderek daha fazla çözülüyor. “Milliyetçi ve muhafazakar” Türk işçi ve emekçisi, kendisi de dahil ve fakat en çok Kürt ve Alevi işçi ve emekçinin düşman gösterilmesinin bir sermaye ve burjuva iktidar entrikası olduğunu öğrenme sürecine girmiştir. İşçiler, ne denli milliyetçi ve muhafazakar olurlarsa olsunlar, kendileriyle sermaye arasındaki çatışmada, siyasal iktidarın sermayenin emrinde ve onun çıkarlarının temsilcisi olduğunu görüyorlar. “İktidarın başı”nın, metal işçilerinin grevi sırasında Fransız sermayedarı işçilere saldırıya davet ettiğini unutmadılar. Örneklere yenileri eklendi. Kürt düşmanlığını Türk milliyetçiliğinin koşulu sayanların saflarında bölünmeler yaşanıyor. Bu bölünmenin halk tabanında da yansıması olacaktır. Öyleyse, iktidar sözcülerinin “iç savaş” çığırtkanlığı bu gelişmelerle de bağlıdır. İktidar saltanatını ve yağmayı sürdürmek için her yolu, her silahı denemekten kaçınmayacaklardır. Bu, korkularının da itirafıdır! 

Bu tutum ve açıklamalar, ülke ve halkına karşı suç kategorisindedir. Olağanüstü yetkilerle donatılmış tek kişi ve onun adamlarınca yönetilmenin dayatıldığı ve buna onay verilmemesinin kaos, kargaşa, çatışma, savaş ve ölüm gibi “felaketler”i davet olacağı korkuluğuyla yığınların teslim alınmak istendiği bu durumda, bu dayatmanın püskürtülmesinden olağanüstü korkuyor ve “suçlu  hesap ver!” halüsinasyonlarıyla suçlarına suç katıyorlar. Ama biliyoruz ki ne Mussolini kurtuldu, ne Bin Ali ne de Mursi!

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Peşkeşe ‘dur’ de!

Peşkeşe ‘dur’ de!

Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesi için alınan ve genelde mal değerinin yüzde 10 düzeyinde belirlenen geçici teminat bedeli 250 milyon TL oldu. Bu bedel madenin sadece 3.5 günlük kazancına denk geliyor. Satışa karşı direnişi sürdüren madenciler, ‘Yağmayı durduralım’ çağrısı yaptı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
5 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et