Başkanlık hız, istikrar ve güç kulesi midir? (5)
İktidar çevresinin iddialarından biri de başkanlık sisteminin ekonomik istikrarın yanında siyasi istikrar getireceği.
‘Siyasi ve toplumsal istikrar’ denilince kast edilen ne?
Başkanlık savunucularına göre istikrar...
Yürütmenin her istediğini engellenmeden yapabilmesi!
Bu anlayışa göre istikrar için engeller (Yargı, Meclis, hukuk) kaldırılmalı.
Tabi itirazlar da...
İtirazları engellemenin yolu ‘disiplin’.
Kimse disiplini bozmayacak. Öyle isteyen dernek, platform kurup disiplini bozmayacak. Yok derelerin kardeşliği, yok yaşam savunucuları... Yok bilmem ne... Kısacası yaramaz öğrenci olmak disiplin suçu!
‘Disiplin’ arttıkça istikrarın da artacağını düşünüyorlar. Tıpkı, askerlerini hizaya getirdikleri gibi bir düdükle toplumu da hizalamak isteyen 12 Eylül paşaları gibi...
Acaba böyle bir istikrar mümkün mü?
İşi tartışmaya, “Ben ülkemi adeta bir şirket yönetimi anlayışıyla yönetmek istiyorum. Süratle karar almak için…” cümlesinden başlamak lazım.
İşin temeli ülkeyi anonim şirket gibi yönetme anlayışında yatıyor çünkü...
BAŞKANLIK İŞTE BUNLAR İÇİN ŞART!
Devlet şirket gibi çalışacak. Aileyi, eğitimi, sağlığı, barınmayı şirket mantığıyla dönüştürecek.
Vatandaşlar da bu devletin müşterileri olacak.
Devletlerin şirket gibi yönetilebilmesi için merkezileşme ve otoriterleşme şart! Yoksa ‘hantal’ bürokrasi ve hukuk engel çıkarır.
Örneğin parlamento...
Torba yasalarla, kanun yerine kararnamelerle şipşak etkisiz kılınan Meclis artık daha hızlı olması için devre dışı bırakılmalı!
Örneğin hukuk...
“Burada maden çıkarılması yasalara aykırı”, “Burada HES yapılması doğaya zararlı” diyemez. Hukuk ancak iktidarın icraatlarını meşrulaştırabilir!
Misal; sağlık, eğitim, güvenlik...
Verimlilik, fayda vb söylemlerle her biri özel şirketlere devredilir. Taşeron, güvencesiz, geçici çalışmak da bu sürecin kaçınılmaz sonucu olur!
Dağ, ova, kent...
Bunlar hepimizin, gelecek nesillerin olamaz. Olsa olsa iktidar etrafında kümelenenlerin palazlandığı rant alanları olabilir.
Ya da medya...
Devletin icraatlarını meşrulaştıran, doğallaştıran bir işlevi olmalıdır. “Hükümet ne eylerse güzel eyler” nakaratını herkese ezberletmenin aracına dönüşmelidir.
Böyle biçimlenen bir süreçte aşağıya, yerele yetki verirsen işler karışabilir.
Rant, istenmeyen kişilere gidebilir mesela!
Ya da ranta taş koyma tutumu hortlayabilir. Örneğin İstanbul’da, Büyükşehir Belediyesi’nin inşaat firmasına tahsis ettiği yerin Kadıköy Belediyesi tarafından ‘yeşil alan’ olarak kalması ısrarının mahkemelik olması gibi...
Öyleyse yetki giderek merkezileşmeli. Son noktayı hızlı koyacak, nihai kararı verecek bir kişide (Reis) toplanmalı.
Tüm bunlar için başkanlık şart!
Başkanlık gelmezse, kayyım atanan belediyeler yine çift dilli olabilir. Kapatılan KHK ile susturulan ‘disiplin bozucu’ gazete ve televizyonlar yeniden yayına başlayabilir. Atılan ‘disiplinlik’ akademisyenler, memurlar geri dönebilir.
Hem tüm bunlar olmasın olağanüstü hal olağan hale gelsin... Hem de bugüne kadar işlenen ve ‘darbeydi’ denilerek örtülen, ‘kandırıldık’ diye geçiştirilen tüm “günahların” hesabı sorulmasın diye de “başkanlık” şart!
Başkanlığın niçin istendiği net de... Acaba bu durum istikrar getir mi?
BU YOL İSTİKRARA ÇIKMAZ
Her şeyi tekleştirip merkezileştiren şirketleşme ve ‘reis’leşme süreci kimlikleri de tekleştirecek.
Bu şirketin ana müşterisi Sünni İslam’a göre belirlenecek. Alevilik dışlanacak!
Bu şirkette Kürtler, siyasal ve idari bir var oluşla kendine yer bulamayacak. Bulurlarsa yetkilere ortak olurlar bu da kurulan çarka hiç uygun düşmez!
Anlayacağınız bugün yaşanan “riskli unsurların” tasfiye süreci, farklı olanın tasfiyesine doğru genişleyecek.
Çoğunluğun bedeni birleşip ‘reis’te (başkan) daha güçlü vücut bulacak. İktidar, toplum ilişkisi basitleşecek.
Sermaye grupları arasındaki çetrefilli rekabet lidere bağlanıp basitleşecek.
Bu basitliğin korunabilmesi için farklılıklar yadsınacak, baskı artacak. Düzen bozulmasın diye gerektiğinde sokak şiddeti bile devreye sokulacak.
Etnik, dini farklılıkların olduğu....
Çok özgün dış politika sorunları yaşayan...
Karmaşık bir toplum olan Türkiye bu kadar basitleştirilebilir bir ülke olabilir mi?
Bu basitleştirme istikrara çıkar mı?
‘Hız, istikrar, güç’ ütopyasını değerlendirmeye,
hafta sonu ara verip, sonrasında ‘güç’ tezi tartışması üzerinden devam edeceğiz!
YÖNETİLEMEZ!
ÖRNEKLER ortada...
‘Evet’ dersen TV’de çalışabilirsin. ‘Hayır’ dersen İrfan Değirmenci gibi kapı dışarı edilirsin. Futbol Federasyonu başkanı ‘evet’ diye bağırır sorun olmaz. Lakin sen o camianın bir üyesi olarak hayır dersen işte o zaman Sinoplu hakem İlker Şahin gibi açığa alınırsın.
Saraya çağrıldığında koşa gidersen sorun yok ama CHP’nin davetine icabet eden bir muhtarsan soruşturmalık olursun.
‘Evet’ diyen işçiysen sorun yok. İşyerine propaganda yapmaya gelen eski bakana hayır dersen Çiftçiler Ayakkabı fabrikasındaki üç işçi gibi işten kovulursun.
Muhafazakâr, İslamcı olmakla kurtulamazsın.
İnsan hakları örgütü olarak mazlumun değil iktidarın yanında olmaya zorlanırsın Mazlum-Der gibi...
İslam-i kesimin önde gelen yazar ve siyasetçilerinin oluşturduğu Hak ve Adalet Platformu’nun yaptığı çağrıdaki yerinde tespitini hatırlatalım.
Suriye politikasının çökmesi...
Mavi Marmara katliamı...
Halkın yoksullaşması...
Yolsuzluk ve hırsızlıklara sessiz kalınması...
Ve benzeri olaylar karşısında hesap sorulamamıştır.
Bizler aynı filmi tekrar seyretmek istemiyoruz. Güçlü olanın kimliğine göre tavır değiştirenlerden olamayız. Gücü esas alan, ahlaki bir sonucu hayal etmesin; ortaya çıkacak sonuç güçler savaşıdır. Böylesi bir sonuç bu topraklardaki hastalıkları arttıracaktır.
Bu tespitin üzerine biz de vurgulayalım: Bir yüzde 50’ye dayanarak diğer yüzde 50’yi ezerek ‘istikrar’ gelmez.
Karşıtlarını geçtim...
Başkanlıkla milliyetçi, muhafazakâr bir iktidar vaat etmesine rağmen aynı frekanstaki MHP’lerin, BBP’lin, ulusalcıların, mütedeyyinlerin bir kısmının karşıya itilmesi sonucu olası bir ‘evet’ ile gelecek başkanlığın...
Ülkeyi huzur içinde yönetebilmesi mümkün müdür?
Evrensel'i Takip Et