03 Nisan 2017 03:38

Alvar Aalto, Şevki Balmumcu

Alvar Aalto, Şevki Balmumcu

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bundan önceki yazımda Almanya’ya çağrılı gidişimi, oraya girişimi anlattım size… Girişte parmak izimi alan polisi…
Sonra da, ertesi, günü bir dinleti ile kafamı temizleyişimi…

Yalnızca müzik değildi beni dinginleştiren…
Müzik, Richard Wagner’ in, “Tristan ve İsolde” adlı yapıtıydı.
Ama beni en az müzik ölçüsünce ilgilendiren, içinde dinletiyi izlediğim yapıydı, yapıttı…

Sözünü ettiğim, önünden durmadan geçemeyeceğiniz bir yapı…

Yanılmıyorsam, 1950 lerin sonunda başlamıştı yarışması bu yapının.
Bir küme mimarla birlikte Aalto da çağrılıydı bu yarışmaya. Açık arayla kazandı birinciliği.
Seçiciler Kurulu “yeşilliğin içine atılmış bir kaya parçası gibi…” diyordu. Ekliyordu sonra: “ Teknik yanlışları var ama, düzeltilebilirler.” 

Bu gerçekten bütün mimarlar için bir dersti.
 
Aalto, çağının mimarları arasında en insancıl olandı. 
Ülkesinde mimarlık ortamının, aydınlığın simgesiydi. Bu yanıyla da bütün Avrupa’ da, sonra da bütün yeryüzünde tanındı.

Uyarladığı ilkeler bize de uymaktaydı. Ayrıntılarından bile çok şey öğrendim. Kapılarda çocukları da düşünüyordu. Kadın ayakyolunda çocuk altı değiştirecek yer yapıyordu. Bunları gördükten sonra ben de kapıların tutamaklarını çocukların da ulaşabilecekleri gibi yaptım. Tırabzan parmaklıklarını tırmanılamayacak gibi (yatay değil düşey ) yaptım. Çocuk altının temizlenebilmesi olanağını düşünür oldum. Dediğim gibi, bunlar ayrıntı ama her şeyden önce insanı düşündüğünü göstermiyorlar mı?

Yapılarının çözümü içten dışa… Dışla iç, Nazım’ın dediği gibi, bir bütün… İçi başka dışı başka değil…
İstanbul’ daki son gök delenler gibi…

Süleymaniye’  yi düşünün… Dışından içi okunmaz mı?
Süleymaniye’ de de, geçmişimizin tüm halk sanatında da olduğu çözüm davranışı içten dışa değil midir?
Aalto yapıları da bu anlayışa yakındır işte…

Ayrıca, Aalto, ikinci yeryüzü savaşından sonra ülkesinde yoksulları, evsizleri ilk düşünen mimar. İşini bu yolda kullanmış… 
Sonra da yapılarıyla ülkesine değerler katmıştır.
Akılcıdır… Ayrıntıları sonuna dek düşünmüştür.

Aalto’ nun yapısı şunca yıldır hiç eskimemişti. Hiçbir yetkili “yıkın şunu” dememişti.

Bu yalnız mimarın başarısıdır diye düşünülemez.  Ülkesindeki mimarlık kültür ortamının payı vardır bunda…

“Galataport” için, daha ne olduğunu, ne olacağını bilemediğimiz bir düzenleme için, kimselere bir şey söylemeden, sormadan, yıkılıveren liman yapısını düşünün. Sanki babalarının malı… Sanki onlar herkeslerden daha mimar… 
Liman yapısı da bir yarışma sonunda yapılmıştı. Milyonların anıları olan bir yapıydı. Çağını simgeleyen bir yapıydı.

Tıpkı Ankara’daki bu gün opera olan yapı gibi… O da yarışmayla elde edilmiş bir tasarım uyarınca yapılmıştı. “Sergi Evi” olarak uluslar arası yarışma sonunda birinci olmuştu. Öyle de bir süre kullanıldı. Sonra, onu işi kendisine öneren Hasan Ali Yücel’e, “beni çirkin bir hanımla evlendirmek istiyorsunuz” diyen Alman mimar Bonatz’a operaya çevirttiler. “Telif hakkı olan mimarı Şevki Balmumcu’ ya bile sormadan.

Şevki Balmumcu deli oldu.

Simgesel değil bu sözüm. Şevki Bey gerçekten us sağlığı evine yattı. Çıktıktan sonra da ona bir başka ağabeyimiz baktı çekti.

Nerden nereye geldim değil mi?

Böyledir işte! Mimarlık hiç yalan söylemez. Her şeyi damdan düşer gibi, dümdüz söyleyiverir.

Essen’de, Aalto yapısındaki dinletinin ertesi günü, yapının çevresinde dolandım durdum. Yarattığı kentsel oylumları doya doya algıladım. Parmak izimi alan Essen’ li polisi bile bağışladım.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa