03 Nisan 2017 03:41

Dostlara mektup

Dostlara mektup

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bugün ne zamandır yazmak isteyip de yazamadığım cezaevi mektuplarımı neden yazamadığımı anlatmak niyetindeyim. Ne hazırlıklar yaptım, ne kartlar, rengârenk zarflar aldım bilseniz! Hiçbiri gözüme güzel görünmedi oysa alıp da masanın başına geçtiğimde. Bir türlü içime sinmedi sonrasında yazdıklarım. Yazacak çok sözüm, aktaracak çok duygum vardı ama ne kâğıtlar yeterince güzel ne de içimden sel olup taşan duygularımı taşıyacak kadar incelikliydi. Üstelik ben koğuş paylaştığım o güzelim kadınlar, memleketin dört bir yanındaki cezaevlerinden her biri incelikle düşünülüp hazırlanmış mektuplar gönderen dostlar kadar yaratıcı ve yetenekli değildim. Kaldığım cezaevinin hücresini gökkuşağı renkleriyle dolduran o gencecik delikanlı gibi renkli hiç değildim. Her gün bir başka güne erteleyerek, daha güzelini bulacağımı düşleyerek geçti. 

Yazacaklar ertelendikçe birikti, nereden başlayacağımı bilemedim bir türlü. Memleketin her sabahında kötülüklere uyanırken, dışarıdan umutlu haberler vermekti derdim ama beceremedim. Ağaçların paylaştığı, rüzgarın dert edinip eminim illa havalandırmalara taşıdığı yaprakları benimle paylaşırlarken, baktım olmayacak, Evrensel hâlâ girebiliyorsa o koğuşlara belki okurlar diyerek bu köşeden kuru da olsa bir selam göndermeye karar verdim. Gene de sözüm söz bulabildiğim en güzel kağıtlara içimden taşanları aktarabildiğimce yazıp göndereceğim. Ağaçlardan en güzel yapraklarını dostlarla paylaşmak için isteyeceğim. Bu arada koğuş arkadaşlarımdan biri ben yazana kadar tahliye oldu, kim bilir belki de yazdıklarımı, topladığım yapraklarla martı kanadını  tüm dostlara elden veririm tez zamanda. 

Cezaevlerinde olan bitenlerin bizleri ne kadar kaygılandırdığını da paylaşmalıyım, hem de ilmek ilmek örülmüş bir mücadeleyle kazanılmış hakların nasıl şiddetle ellerinden alındığını da  duymayanlara duyurmalı. Yalnız 3 gün aynı koğuşu paylaşmış olsak da hem kaldığım koğuş hem de diğer siyasi koğuşlarda kalanlar için dayatılan kısıtlamaların ne anlama geldiğini iliklerimde hissedebiliyorum. Koğuşa girdiğimde beni ilk götürdükleri yer ikinci kat sahanlığında kurdukları kütüphaneydi. Gururla gezdirmişlerdi arşiv sistemlerini anlatarak. O kütüphanenin varlığı dostların arasında olmanın verdiği güven ve huzur duygusunu pekiştirmişti. Başka sıkıntılar, zorlamalar olsa da şimdinin gazete kitap verilmeyen ezaevi anlayışından eser yoktu o zaman. Bugünlerde Şakran başta olmak üzere ezaevlerinde gene açlık grevleri yüreğimizi ağzımıza getiren bir sürece doğru dolu dizgin gidiyor. Bir yanda referandum adı altında kırk katır kırk satır derdiyle, diğer yanda dışarıda içeriden daha kısıtlı bir hayatın peşinde insanlar açlık grevlerinden, ezaevlerinin işkencelerle anılmasından bihaber. Bırakın ezaevlerini, Ankara’nın en civcivli caddesinde açlık grevlerinin artık yirmili günlerine gelmiş, her gün Ankaralılara KHK ne demek anlatmaya çalışırken derdest edilip yerlerde sürüklenerek gözaltına alınanları görmüyor gözler.

Oysa gözlerimizi dört açmakta yarar var! Kırk katır mı kırk satır mı demişken, referandum adı altında bizi 12 Eylül cuntasının anayasasıyla öncekinden de beter bir baskı rejimi arasında seçim yapmaya itiyor duygusu yaratan bu oyunu kastediyor olsam da, biz “HAYIR”larımızı özgürlüklerimizi elimizden alanlara söylemeyi sürdüreceğiz elbette. Bu “HAYIR”lar cuntanın anayasasını da gün gelip değiştireceğimizi söylemenin, dostlarla birlikte martı kanadına binip özgürlüğe yol almanın başlangıcı olacak, kuşkunuz olmasın. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa