13 Haziran 2011 10:09

Yola devam

Yola devam

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Birazdan oyumu kullanmak üzere evden çıkacağım diye yazmıştım dün. Ve elbette Bloka oyum demiştim. Çünkü Türkiye’nin geleceği bakımından sadece burada umut var. Belki menhus kara bahtı ülkenin, bu Blokun başarısı  ile kırılma noktasına gelecek.
Tıpkı Latin Amerika’daki kırılma noktaları gibi. Onlarca yıllık askeri dikta ve vesayet rejimlerinden sonra, nasıl bir sol dalga bütün kıtayı kapladıysa ve en son Peru’da sol blok başarılı olduysa, Orta Doğu’daki dikta ve vesayet rejimleri bugün nasıl devrimci bir halk ayaklanması  dalgası ile yüz yüze kaldıysa, Türkiye’nin de bu dalgadan nasibini alacağına inanmak istiyorum.
‘80’li yıllarda askeri dikta ve vesayet rejimleri ve geçiş süreci üstüne birçok akademik makale derlemesi hazırladım, birçok kitap tercüme ettirdim. Bunlar arasında Poulantzas’ın “Diktatörlüklerin Bunalımı” adlı,  İspanya, Portekiz ve Yunanistan’daki askeri/sivil karma dikta rejimlerinde demokrasiye geçişi irdeleyen kitabı da vardı. Ve bu kitabı  daha 1981 yılında yayınlamıştım. Cezaevlerine giden nüshaları  elden ele geçip lime lime olmuştu.
O zamanki beklentimiz, 12 Mart gibi, bu dikta rejiminin kısa bir zamanda çökeceği idi. Öyle ya devrimci direniş komitelerimiz, Türkiye’nin her yanına yayılmış yapılanmalarımız, faşist çetelerle baş etmeyi becermiş bir kararlılığımız vardı. 12 Eylül yapılarının ve zihniyetinin bugüne kadar devam edeceğine o sıralarda asla inanamazdık.
12 Mart kıyımından sonra yok edildiğine inanılan devrimci ruh nasıl kendi küllerinden doğacaksa, Türkiye devrimci hareketi de, belirleyici güç olarak yeniden kendini yaratacaktı.
Aslında bu biraz kaderci ve biraz da önderlikten ve bir programa sahip olmaktan çok kendiliğindenci inisiyatifçiliğe inanan bir yaklaşımdı.
Evren haklı, 12 Eylül sonrasında olaylar birden durulmadı. 1981’de bile artakalan yapılanmalar protesto eylemlerini sürdürüyordu. 1984’e kadar Türkiye solunun dağlarda kadroları vardı.
Kendi küllerinden doğan tek 12 Eylül öncesi hareket Kürt Özgürlük Hareketi (KÖH) oldu. Ve tarihin garip bir tecellisi, 1984 yılında KÖH direniş meşalesini yeniden tutuştururken, Türkiye solunun dağdaki kadroları tasfiye ediliyor, hazırlıksız inişte birçok insanını yitirdiği gibi, düze inenler de patır patır yakalanıyordu.
Türkiye solunun direniş  kapasitesinin çok hızlı çöküşü, bir yerde 12 Eylül rejiminin bugüne kadar devam etmesine olanak sağladığı gibi sistem içindeki diğer otoriter eğilimlere de kan verdi.
Gittikçe otoriterleşen AKP iktidarı, dayanağını 12 Eylül kalesi olan kurumları birer birer düşürerek sağlamlaştırdı. Askerler açısından mükemmel olduğuna inandıkları siyasal sistemin AKP’nin eline geçmesi trajik bir durum.
AKP, sadece kendine “demokrat” oldu, sadece sisteme duhul olmak için, nalıncı keseri gibi; ondan ötesinde ise 12 Eylül rejiminin olanaklarından yararlandı.
YÖK’ü kaldırma niyeti yok, Arınç’ın deyimi ile “Yarabbim her gün bir şey veriyor”, Danıştay, Yargıtay, HSYK, vs…. Sorun bu kurumları kaldırmak ve demokrasi ile uyumlu hale getirmek değil, sadece kendi kontrolü altına almak…
Bu noktada gelecek için tek umut Blok ile toprağa ekilen fidanın, hızla büyümesi… Türkiye’nin buna su kadar, hava kadar ihtiyacı var. Türkiye boğuluyor çünkü…
Ama moralimizi bozmayalım fazla. Çünkü Brezilya’da olsun, Şili’de olsun, askeri dikta ve vesayetten kurtuluş uzun zaman aldı. Evren’in şeklen mahkemeye çağrılması için 30 yıl gerekti. Neredeyse Pinochet’nin savcılığa celb edilmesiyle aynı zaman.  
En vahşi olan Arjantin’de belki daha kısa sürdü, ama cuntanın, Saddam gibi şişik egosu ile İngiliz sömürgeciliğinin bakiyesi Falkland (Malvinas) Adalarına saldırması ve utanç verici bir yenilgiye uğraması  sayesinde… Yunanistan’da da askeri cuntanın erken çöküşüne Kıbrıs’ta giriştiği darbe macerası neden olmuştu.
Blok listesinin son derece anlamlı bir kompozisyonu var. Liste 1971-2011 arası tam 40 yıllık bir direnişin simgelerini barındırıyor. Bu listede adaylar açısından olsun, destek verenler açısından olsun Deniz Gezmiş  geleneğinden, Mahir Çayan geleneğinden, Kaypakkaya geleneğinden, tarihi gerçek TKP geleneğinden, Kürt hareketinin eski ve yeni geleneğinden gelen direngenliğini, kararlılığını ve inancını günümüze kadar sürdürmüş olan isimler var.
Bir Ertuğrul’a bakınca, 12 Mart cuntasına, Kızıldere kıyımına yanıt vermiş oluyoruz. Ve nasıl bir eski gerilla Uruguay ve Brezilya’da en üst düzeyde toplumun temsilcisi olarak seçiliyorsa, en sonunda bu bizde de başarılmış olacak.
Ertuğrul, kıyım ve cezaevinden öyle diri bir ruhla çıktı ki, çıkar çıkmaz yaptığı  ilk şey 12 Eylülün kazımaya çalıştığı sosyalist birikim ve kültürü, tüm ekolleri ve deneyimleri ile ansiklopedileştirme oldu.
Bir Levent Tüzel parlamentoda olsun istiyordum, Deniz’in anısına…İzmir “sol”unun ayıbıydı  daha geçen yıl onu parlamentoya taşımamak. Deniz’in resmini Kemalizmin rengine boyamak değil! Bu düşüm gerçekleşti.
Deniz’in Kürt ve Türk halkının kardeşliğine inanan mesajı, Blokla hayata geçti.
TC’nin ilk “Kürt”  kimlikli cumhurbaşkanı adayı idi Şerafettin Elçi…  Diyarbakır Nazi sistemli toplama kampından onuruyla çıkan Elçi’nin parlamentoya dönmesi 12 Eylüle verilen gerçek yanıt olacak.
Leyla Zana ve Hatip Dicle’nin parlamentoya girişi, 1994 rezilliğine yanıt olacak ve aslında parlamentonun onurunu kurtaracak.
Ve Murat Bozlak’ın girişi, bana 1996 yılında Haydarpaşa’da 10 binlerin katıldığı  barış mitinginin amacına ulaştığını gösterecek.
Ve diğerleri ‘90’ların, 2000’lerin en ağır linç ortamlarında özgürlük hareketinin, insan haklarının taşıyıcıları olanlar… Sizleri, hepinizi parlamentoya taşımak, Türkiye’yi onurlandıracak ve önünü açacak.

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa