07 Nisan 2017 01:00

Cumhuriyet iddianamesindeki kontrolsüz saçmalar

Cumhuriyet iddianamesindeki kontrolsüz saçmalar

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Cumhuriyet gazetesi yöneticileri ve yazarları halka yalan yanlış bilgi vermekten, gerçeği tahrif etmekten veya haberlerinde suçlu olmayan insanları suçluymuş gibi göstermekten yargılanmıyor. Cumhuriyet gazetesi yönetici ve yazarları fotoğrafla ve tanıklıklarla belgelenmiş,kendilerinden önce defalarca başka yayın organlarında yer almış bir haberi birinci sayfalarında yayınladıkları için yargılanıyorlar. Ne var ki bu haber iktidarın yanlışları üzerine odaklanmaktadır. Normal demokrasilerde de zaten gazetecinin temel görevi, ülkeyi yönetenleri halk adına denetlemek ve idarenin yanlışlarını belgelerle ortaya koymaktır. Haber yapmak suç değil. İktidarı eleştirmek de gazetecinin asıl görevi. Peki, Cumhuriyet yöneticileri ve yazarları neden aylardır tutuklu? Neden iktidara yakın medya organlarında vatan haini gibi resmediliyorlar? 

Çünkü Cumhuriyet gazetesinin haberleri iktidarı rahatsız etmiştir ve dünyanın tüm gelişmiş toplumlarında vazifelerini yapan gazetecilerin yaptığı işi yaparak “hükümeti eleştirmeleri”, “halka hesap vermeye zorlamaları”, “kamu yararı adına iktidarı uyarmaları”, “muhalefet etmeleri” iktidar seçkinlerini fena halde kızdırmıştır. Kızabilirler. Ama basın tarafından eleştirilmeyi göze almadan nasıl politikacı olur insan, bunu ben anlamakta zorluk çekiyorum. 

Muhalefet suç değil

İktidarın hoşuna gitmeyen türden eleştirel haber yapan gazetecilerin hapse tıkıldığı, vatan haini ilan edildiği ülkeler 21. Yüzyıl dünyasında en geri kalmış, en ibiş ülkeler. Biz bu haldeyken, halka nasıl “çok geliştik, uçtuk, batı bizi kıskanıyor” söylemini yutturabilirsiniz? Bir halk iktidarın müşterisi haline getirilmiş olabilir, ama zorla aptal yapılamaz. Halk bu oyunu görecektir. 

Cumhuriyet yazar-çizerinin yargılandığı şu absürd davanın iddianamesine baktım. Gazete yöneticileri, belirledikleri yayın politikası ve gazete tirajlarındaki iniş çıkışlar nedeniyle; gazete yazarları, telefonla görüştükleri haber kaynaklarının niteliği nedeniyle; totalde, tüm gazete ise iktidarın politik ve ekonomik çıkar çatışması içinde olduğu bir gruptan dosya, haber, vesaire sağlamakla suçlanıyor. Ve işte kontrolsüz saçmalığın daniskası da burada başlıyor. 

Bir gazetenin yayın politikası o gazeteyi ve okurlarını ilgilendiren bir mesele, hükümetlerin veya yargının meselesi değil. Türkiye gibi basında partizanlığın ve politik paralelliğin yaygın olduğu ülkelerde bile her gazete kendi meşrebine göre yayın politikasını belirler. Bundan dolayı kimse ne gazeteyi suçlayabilir, ne de yöneticilerini hapse atabilir. Toplumun siyasi ve kültürel anlamda bilinçli olarak kutuplaştırıldığı, sivil siyaset alanın daraltıldığı, ekonomik kaynakların açık şekilde iktidara yakın gruplara kullandırıldığı, siyaseten denetimsiz ve otoriter bir ülkede gazetecilik yapmak zorlaşır.Sansür ve yasaklarla başa çıkmak zaten başlı başına bir sorunken, bilgi ve belge sahibi haber kaynaklarına ulaşmak ve mutlak güç sahibini halka hesap vermeye davet edecek özel haber bulmak neredeyse imkânsız hale gelir. Böyle zamanlarda gazeteciler yayın politikalarında köklü değişikliklere gidebilir. Haber kaynaklarını çeşitlendirebilir ve kamu yararı adına, bazen normal koşullarda hiç hazzetmedikleri kaynaklardan bile beslenebilirler. Burada bir sorun görülürse, bu etik ve mesleki bir meseledir ve sorun gazetecilik örgütleriyle, basın çalışanlarının kendi aralarında konuşarak, tartışarak çözmeleri gereken bir şeydir. 

Yargının değil, gazetecilerin meselesi

Böylesi bir noktada basın da kutuplaşmıştır ve gazeteci kimliği, gazetecinin kültürel rolü, basın mensuplarının siyasete katılma biçimleri tartışma konusu olabilir. Profesyonel gazeteciliğin gelişmediği, dolayısıyla da mesleki algı ve etiğin yeterince olgunlaşmadığı bizimki gibi ülkelerde sorun daha çetrefillidir. Hiçbir zaman gerçek anlamda ticarileşememiş, haber satarak değil, ancak reklam satarak para kazanabilen, üstelik bu reklamları da siyaset ve iş dünyasına verilen tavizlerle alabilen bizim gibi geri kalmış ülkelerin basını, haliyle politik çatışma ve entrikalardan beslenir. Tabii bu çarpık gazetecilik kültürünün karşısına,kendi gücünü sınırsız hale getirmeye çalışan bir iktidarı koyduğunuzda,ortaya çıkacak olan tablo belli. Güç tacizinin ve sansürün olduğu noktada, o gücü denetlemesini beklediğimiz basın organlarının muhalefet yapmak adına yayın politikası değiştirmekten, gazete yazar-çizerini yenilemeye; haber kaynakları skalasını hiç alakaları olmayacak kişi ve kurumlara doğru genişletmekten, mali olarak ayakta kalmanın türlü çeşitli yollarını aramaya kadar bir dizi saçmalığa imza atabilir. Bu tür olayları değerlendirmek ve yargılamak da yine asla yargının değil, meslek çalışanlarının ve bizim gibi gazetecilik akademisyenlerinin konusu. 

Yayın politikası ne olursa olsun, hiçbir gazete yaptığı “doğru” ve “kamu yararı içeren” haberler nedeniyle suçlanamaz,  o gazetenin güç tacizine karşı duran yazar-çizeri vatan haini ilan edilemez. Nitekim Cumhuriyet iddianamesinde “yalan haber” suçlaması yer almıyor; ama gazeteciler yaptıkları “doğru haberlerde” kullandıkları haber kaynakları nedeniyle suçlanıyorlar. Bu tam bir hukuk parodisi. Kontrolsüz bir saçmalık. 

Hayır! Milleti aptal yerine koymayalım

Ama bu ülke artık kontrolsüz saçmalıklar ülkesi haline geldi. Normal koşullar altında siyasi gücü sınırlamak ve vatandaşları güç tacizinden korumak için önerilen yeni anayasanın bile “denetimsiz mutlak güç” için düzenlendiği bir ülkede yaşıyoruz. Böylesi bir ülkede aklı az çok çalışan, okuyan, yazan, çizen, düşüncelerini açıkça paylaşan herkes bir şekilde olan bitene itiraz ediyor. Ve ne gariptir ki, itiraz eden herkes istisnasız mutlak güçten payına düşeni alıyor: İşinden olmak, vatan haini ilan edilmek, vatandaşlıktan çıkartılmak, sürgüne gitmek zorunda bırakılmak, süresiz gözaltılar ve haksız tutuklamalarla hayatlarından çalınan günlerle cezalandırılmak. 

Bu yüzendir ki, 16 Nisan seçimleri Türkiye için bir anlamda bu kontrolsüz saçmalıklara dur deme veya bu anomaliye geçit verme arasındaki seçimi olacak. Türkiye’deinsanlar mevcut koşullarda bize ön izlemesi yaptırılan bu çarpık, az gelişmiş, vahşi sistemin devamı için veya tam tersine, bu sisteme dur demek için sandığa gidecek. Yıllardır bu ülkede yaşayan insanlara aptal muamelesi yapılarak onları muhalif gazetecilerin vatan haini olduğu masalına “belki”inandırmış olabilirler. Ama“belki”insanlar bu absürd masallara hiçbir zaman inanmamış, sadece gündelik çıkarları öyle gerektirdiği için inanmış gibi davranmışlardır. Ben ikinci seçenekten yanayım. Halkın iktidarın bu kontrolsüz saçmalarına artık dur diyeceğine ve mutlak gücün bu derece çürümesine karşı  “hayır” oyu vereceğine inananlardanım. Sonuç “hayır” çıkarsa, o zaman bu yozlaşmış siyasal sistemi eleştirdiğimiz kadar, o sistemin zorla ve baskıyla yozlaştırdığı basın kurumlarını da, siyasi angajmanları ve/veya yayın politikaları açılarından dürüstlükle ve samimiyetle eleştirebileceğimiz bir dönemin gelebileceğini umuyorum. Eleştirinin olmadığı bir demokrasi yok sonuçta. 

Cumhuriyet gazetesinin rehin alınmış olan tüm yazar ve çizerlerinin de en kısa zamanda hak ettikleri özgürlüklerine kavuşmalarını diliyorum.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa