08 Nisan 2017 01:00

Trumpçı ABD Suriye'ye böyle geldi!

Trumpçı ABD Suriye'ye böyle geldi!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

ABD dün sabaha karşı Suriye’nin Humus kenti yakınlarındaki Şayrat Hava Üssü’nü füzelerle vurdu. Saldırıda bazı savaş uçaklarının, pistin, depoların tahrip edildiği; altı kişinin de hayatını kaybettiği belirtiliyor.  

Saldırı, Doğu Akdeniz’de bulunan iki ABD savaş gemisinden fırlatılan 59 Tomahawk füzesiyle yapıldı. ABD, saldırının Rus güçlerinin bulunmadığı bir bölgeye yapıldığını söylüyor. Yine ABD, Rusya’dan saldırı konusunda izin alınmadığını fakat bilgilendirdiğini belirtiyor. 

Şayrat Üssü’nün seçilme gerekçesi olarak da, İdlib’e yapılan kimyasal saldırının bu üstten yapıldığı ve böylece Suriye ordusunun kimyasal silah kullanma kapasitesinin kırılmasının amaçlandığı gösteriliyor.

Rusya ise; saldırı öncesinde ve sonrasında ABD ile bir temasın olmadığını, saldırının uluslararası hukuk kurallarına aykırı olduğunu ve bölgede olumsuz sonuçlara yol açacağını öne sürdü.

TRUMP’IN İÇ POLİTİKADAKİ İHTİYACI

Bu saldırı, ABD’nin Suriye iç savaşının başından beri Suriye güçlerine yönelik ilk saldırısı olmasıyla da ayrıca önemli. Ama aynı zamanda bu saldırı, bir üssün seçilerek ve belli sayıda füze atışıyla sonuçlandırılan bir saldırı olarak “sınırlanmış” olması nedeniyle, arkası gelecek sistemli saldırılarının habercisi olarak görülmüyor. Tersine bu saldırının birbiriyle iç içe, ABD’nin iç ve dış politikasıyla bağlantılı nedenleri olduğunu, bu nedenlerle de içeride ve dışarıda Trump yönetiminin girişimlerinde “sonuçları olacak” bir saldırı olarak değerlendirilebilir.

Saldırının arkasındaki ABD iç politikasıyla bağlantılı nedenleri şöyle sıralayabiliriz:

1- Obama ve yönetiminin Suriye ve Irak’ta, ‘Konuşan, tehdit eden’ ama askeri güçleri kullanmaktan çekinen bir politika izlediğini öne süren Trump’ın, kendi döneminde askeri güç kullanmaktan çekinmeyeceği propagandasına ABD kamuoyunu inandırmak için bu saldırıyı kullandığını söyleyebiliriz.

2- Trump’ın başkanlık koltuğuna oturmasından beri neredeyse her girişiminin Senato ve yargı tarafından püskürtülmesinin yarattığı, “karizması çizildi” imajını düzetmek için bu saldırıyı bir fırsat olarak değerlendireceği de apaçıktır.

ABD’NİN BÖLGE POLİTİKASININ İHTİYACI

Ancak bölgedeki koşullar, Trump yönetiminin Suriye ve Irak’ta “rüştünü ispat etme” ihtiyacı, Rusya ve İran’ın bölgedeki pozisyonu karşısında kendi pozisyonunu güçlendirmek için yaptığı hazırlıklar dikkate alındığında, bu saldırının “sınırlı” ve “bir kereye mahsus” olma gibi kendine has özelliklerini aşan sonuçlar doğuracağını söylemek yanlış olmaz. Bu da bu saldırının, ABD’nin ‘sahadaki’ askeri varlığını artıracağını, Rusya ve İran’ın sahadaki güçlerini dengeleyecek güçler oluşturmak için girişimler yapacağını, müttefiklerini de buna teşvik edeceğinin işareti olarak görülebilir. Başka bir söyleyişle artık bölgede; ABD ile Rusya rekabeti, ABD (ve müttefikleri) ile İran arasındaki sürtüşmeler, İsrail’in de tartışmalara müdahil olması, çatışmaların diplomasi alanından taşarak yer yer de olsa askeri önlemlere başvurmaya varması kaçınılmaz hale gelecek görünmektedir.

RUSYA İLE ABD ARASINA SIKIŞMIŞ BİR DIŞ POLİTİKA

Erdoğan-AKP yönetiminin Suriye’deki ABD saldırısını, “yerinde yapılmış, haklı, arkası gelmesi gereken bir girişim olarak” gördüğü, Türkiye’nin ABD’nin Suriye’deki bu tür, rejime karşı girişeceği askeri eylemleri her bakımdan desteklemeye hazır olduğu; hem Dışişleri Bakanlığı hem de Cumhurbaşkanlığı tarafından yapılan açıklamalarla duyuruldu.

AKP hükümetlerinin bölge politikası, emperyalistler arasında savrulmayı, başlıca politika olarak benimsediği için bir kaç hafta önce Rusya ile “her konuda anlaşan” AKP Hükümeti şimdi  Rusya ile cepheden çatışmaya giren ABD’ye açık çek vermektedir.

Elbette ki, iki emperyalist güç arasındaki çatışmada bir o yana bir bu yana koşma, bağımsız bir dış politikanın ifadesi olarak değil ama, çöken dış politikayı kurtarmak için büyük güçler arasındaki savrulma olarak görüldüğü ölçüde anlaşılır olmaktadır. 

Dahası bölgede ABD askeri müdahalesinin artması demek bölgede savaşın daha da yayılıp yoğunlaşması anlamına geleceği için bölge halkları için yeni felaketlerin, yeni katliamların, yeni göç dalgalarının da önünü açacaktır. 

Bütün bunlar dikkate alındığında, Türkiye’nin ABD’nin rejime yönelik saldırısının arkasında durduğunu ilan ederek, yeni saldırılar için açık çek vermesinin hayra yorulacak bir yanı kalmamaktadır. 

Dahası referandum tartışmasında AKP; bu gelişmeyi ırkçılığı, şovenizmi kışkırtmak, “güçlü Türkiye” diye tarif ettiği “tek adam rejimine” yeni bir malzeme olarak kullanacağı da dikkate alındığında, referandum çalışmasındaki “evetçiler”in “güçlü Türkiye”den neyi kastettiklerini teşhir etmek de önem kazanmaktadır. Çünkü AKP’nin “güçlü Türkiye”si böyle, halkların kaderini tayin etmesine müdahaleden, emperyalistlerin bölge stratejilerine bağlanarak, (En fazla da emperyalistler arasında salınarak) yapan Türkiye’dir! 

Gerçekten güçlü Türkiye ise ancak, bölgedeki demokrasi güçleriyle birleşen, emperyalistlerin bölgeye müdahalelerine karşı duran, bölge gericiliklerinin aleti olmayan bağımsız, laik ve demokratik Türkiye’dir.

Bugün ve yakın gelecekte bölgedeki sorunları aşmanın yolu da;  emperyalistlerin bölgenin büyük sorunlarını istismar ederek “çözüm dayattığı” değil, bölge halklarının ortak mücadelesi, özgürlüklerin genişlediği, demokrasinin güçlendiği bir bölge için mücadeleden geçmektedir.

İDLİB’E GAZ SALDIRISINI KİM DÜZENLEDİ?

ABD, Batılı müttefikleri ve Türkiye İdlib’e zehirli gaz saldırısından Suriye rejimini sorumlu tutmaktadırlar. Ancak bu konuda henüz hiçbir kanıt yoktur. 

Dahası, “Bu gaz saldırısından kim kârlı çıkmıştır; kim en çok zarar görmüştür?” sorusu etrafında gerçeği ararsak; şu açıkça görülmektedir ki; bu saldırıdan en büyük zararı Esad rejimi görmüştür. En çok kârlı çıkan ise, İdlib’de son günlerini yaşadıkları söylenen el Nusra, Ahrarı Şam ve diğer cihatist gruplardır. 

Bu yüzden de Suriye rejiminin bu saldırıyı yapması için mantıksal ve gerçekçi nedenler yoktur. Ama, cihatist grupların ömürlerini uzatmak, son günlerde rejime fazlaca yaklaşan ABD ve Batılı güçleri rejime karşı bir konuma itmek için bu saldırı adeta bir can simidi olmuştur. 

Burada ister istemez akla, Irak’ın işgali öncesinde CIA ve Batılı istihbarat örgütlerinin, “Saddam’ın elinde kitle imha silahları olduğu”na dair sahte belgeler düzenledikleri gerçeği gelmektedir. Bugün de Suriye rejimini sıkıştırmak için bu güçlerin böyle bir provokasyon düzenlemiş olabilecekleri, bunu için cihatist grupları kullanmış olmaları akla gelmezlik edemez. 

Dolayısıyla, “görünüşe” bakarak, “Suriye rejimi zehirli gaz saldırısı kullandı” denmesine, henüz ortada hiçbir kanıt yokken inanmak aşırı saflık olur. Hele de bu bahaneyi dış güçlerin Suriye’ye askeri müdahalesine dayanak yapmak, emperyalizme uşaklığın ifadesidir. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa