Kamu üniversitelerinde; sendikal hakları savunan, iş güvencesine sahip çıkan, emekten ve barıştan yana tutum alan akademisyenlere rektörlükler tarafından yapılan baskılar tüm hızıyla devam ediyor. Bu bağlamda ihraç listeleri hazırlama ve keyfi açığa almalar sürerken, tamamlanan disiplin soruşturmaları gerekçesi belli olmaksızın yeniden açılıyor. Ya da öğretim üyelerinin yurt dışındaki akademik etkinliklere katılımı “görülen lüzum üzere” engelleniyor. Buna karşılık, belki de referandum arifesinde olmamız dolayısıyla, KHK ihraçlarına ise bir süre ara verilmiş gibi duruyor.

“Geride kalanlar neden hala atılmadı!” diye gönül koyuyor değiliz elbet. Kaldı ki; üniversite yönetimlerinin gerek idari uygulamaları gerekse pek çok arkadaşımıza şifahen yapılan bildirimler ihraçların devam edeceğine işaret ediyor.

Bu arada vakıf üniversitelerinin ise kamudaki bu ‘bekleyiş’ halini fırsata(!) çevirip, aradaki farkı telafi etme(!) telaşı içinde oldukları anlaşılıyor. Bugüne kadar dışarıdan ders veren pek çok “sakıncalı” akademisyenle ilişkilerini zaten kesmiş olan bu üniversiteler, artık doğrudan kendi hocalarına yönelmiş durumda.

Örneğin Işık Üniversitesi, öğretim üyelerinden önce Sinan Birdal ardından Neşe Yıldıran’ın işine son verdi. Gerekçe her ikisi için de aynı: Barış bildirisinden imzalarını çekmemiş olmak.

Hatırlarsanız; geçtiğimiz aylarda benzer bir açıklama YÖK’ten de gelmişti. Darbe girişimiyle ilişkisi olmadığı aşikar olan yüzlerce öğretim üyesinin ihracına iktidar çevresinden bile tepkiler yükselmeye başlayınca, YÖK, isimlerin rektörlükler tarafından bildirildiğini açıklamış, ardından da “atılan hocalar bildiriden imzasını çekmeyenlermiş” diyerek ihraçları savunmuştu.

Işık Üniversitesi’nin hocalarını kovma gerekçesini YÖK’ün bu yaklaşımıyla birleştirdiğimizde, “terörist” olmakla olmamak arasındaki farkın bir imza boyu olduğu Türkiye Yüksek Öğretim Sisteminin tüm kademelerince bir kez daha tescil edilmiş oldu.

Işık Üniversitesi’ndeki ihraçların hemen ardından ise Bilgi Üniversitesi öğretim üyelerinden Chris Stepheson’ın çalışma izninin YÖK tarafından gerekçesiz iptal edildiği haberi geldi.

Kendisi de barış imzacısı olan Stephenson, geçtiğimiz yıl, gözaltına alınan akademisyenlere destek vermek için gittiği adliyede gözaltına alınmış ve savcılık soruşturmasının ardından sınır dışı edilmek üzere İl Göç İdaresi Müdürlüğü’ne gönderilerek ülkeyi terketmek zorunda bırakılmıştı.

Ancak dinmeyen ulusal ve uluslararası tepkiler karşısında Göç İdaresi Müdürlüğü tarafından, hakkında Türkiye’ye giriş yasağı bulunmadığı açıklanmış ve geri dönmüştü. Geri dönüşünün ardından ise “terör propagandası yapmak”tan yargılandığı davada ilk duruşmada beraat etti.

Stephenson, o günlere dair BBC Türkçe’ye yaptığı değerlendirmede “Bildiriyi imzalarken hiç böyle bir şeyle karşılaşacağımı düşünmemiştim. Çünkü barış talebi o kadar doğal bir şeydi ki” diyordu.

Bunu ister toplum için bilim yapmayı şiar edinmiş bir akademisyenin olağan şaşkınlığı sayın, isterseniz de demokratik hak talebini iliklerine kadar özümsemiş olmanın ete kemiğe bürünmüş hali.

Öte yandan Stephenson da, tıpkı Sinan Birdal ve ihraç edilen diğer pekçok öğretim üyesi gibi, açıkça emekten yana tutum alan, iş güvencesi ve sendikalaşma hakkına sahip çıkarken üniversitenin ticarileşmesine karşı duran bir akademisyen.

Bu hocaların bir diğer ortak özelliği ise tümünün uluslararası nitelikte saygın bilim insanları olması.

Örneğin Chris Stephenson, Cambridge ve Edinburgh Üniversitelerinde tamamladığı eğitim hayatının ardından Türkiye’de Bilgisayar Bilimleri Bölümünü kuran ilk isim.

Sinan Birdal ise dünyanın dört bir yanında ders veren, onlarca uluslararası yayını olan bir akademisyen. Sadece aldığı akademik ödüller bile atılmasına alkış tutanların ömür boyu okuduğu kitap sayısından daha fazla.

Ve ne mutlu bana ki, benim de arkadaşım...

Evet Sinan’cığım, tıpkı Evrensel’e yazdığın o muhteşem yazının başlığında söylediğin gibi “Teşekkür ve Minnet”. Ancak bu kez senden hocalarına, öğrencilerine ya da arkadaşlarına değil, bizlerden sana gelsin.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Metal tokat

Metal tokat

Renault işçileri, yaşadıkları sorunlar karşısında patronların yanında duran şube yönetimine karşı harekete geçti: Delege sayısının 3 katı aday çıktı, seçimlere katılım rekoru kırıldı, şubenin belirlediği adaylar geride kaldı. 200 bin metal işçisini ilgilendiren MESS grup sözleşmesi öncesi Metal Fırtına’nın amiral gemisi Renault’da yapılan seçimler sendikal bürokrasiye tokat oldu.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
12 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et