Mazlumun ahı, indirir şahı!
Fotoğraf: Envato
“Geçen gün HDP bir şarkı çıkarmış, ‘Tek devlete hayır, tek millete hayır, tek bayrağa hayır’ diyen. Hemen ilgili valiyi aradım; ‘Bu şarkı yasaklanacak’ dedim. HDP’nin temsilcileri beni aradılar. ‘Bu şarkıyı Türkiye’nin hiçbir yerinde çaldırmam ben kardeşim’ dedim. Bu kadar basit. Bir boşluk verdiğiniz andan itibaren ülkenin her tarafında türerler.”
Hiç kimse adına ‘partili cumhurbaşkanı’ denilen tek adam rejimini Bakan Soylu’nun yukarıdaki sözleri kadar iyi anlatamazdı. Yasaklarıyla övünen bir rejim; bakanın talimatıyla harekete geçip HDP’nin “Bêjin na” (Hayır deyin) adlı referandum şarkısını yasaklayan “bağımsız yargı” ve muhaliflerin örgütlenmesini “türemek” olarak açıklamakla kalmayıp onları engellemek için her yolu mubah gören bir bakan.
Yani kendisinden olmayan, kendisine biat etmeyen kimseye söz/yaşam hakkı tanımayan zalim mi zalim ‘tek’çi bir iktidar!
Oysa AKP-Erdoğan iktidarının 15 yıldır en iyi yaptığı şey, her seçim döneminde kendine bir mağduriyet alanı oluşturup mazlum kılığına bürünmesiydi. Ama darbecilerle mücadele adı altında ilan edilen OHAL ve uygulanan KHK’lar sonrasında öyle bir zalim rejim inşa edildi-ki referandumla bu fiili rejim kalıcı hale getirilmek isteniyor- iktidar ne zaman mazlum kılığına bürünmeye çalışsa altındaki zalim yüz sırıtıyordu.
Mesela 1 Nisan şakası yapar gibi yaptığı Diyarbakır mitinginde “Bizzat ben Belediye Başkanlığı elinden zorla alınmış, hapse düşmüş birisiyim” dedi Cumhurbaşkanı Erdoğan. Oysa konuştuğu kentte Büyükşehir dahil 15 belediyeye bizzat kendi talimatıyla kayyım atanmış ve belediye başkanları da tutuklanmıştı. Üstelik meydandakilere seslenirken atanan kayyımlar için “yasal belediye başkanlarınız” demekten de geri durmamıştı. Öyle bir sırıttı ki mazlumiyet çabası, onu alkışlamaya gelenler bile inanmadı.
Yıllarca “başörtülü bacılarımıza saldırdılar” diyerek din üzerinden toplumu kamplaştırıp oy topladılar. Ama artık öyle sırıtıyor ki zalim yüz, mesela Dışişleri Balanı Çavuşoğlu’nun Antalya’da referandum çalışmaları sırasında yaşanan bir itiş-kakış için “hayırcı bir grup gelip, orada başörtülü kızlarımızın başörtüsünü zorla çıkarmış” sözünü kimse ciddiye almadı. Çünkü herkes biliyordu ki bu iktidar kendinden olmayan başörtülülere tarihinin en büyük mağduriyetlerinden birini yaşattı. İşte AKP’nin kurucularından olan ama bugün iktidarın antidemokratik uygulamalarına karşı mücadele etmek için İslami camiadan gelen isimlerin kurduğu ‘Hak ve Özgürlüler Platformu’nun içinde yer alan Fatma Ünsal Bostan, “Artık bu iktidarın 28 Şubat’tan farkı yok” diyordu. (Evrensel, 3 Nisan tarihli Serpil İlgün röportajı)
“Komşusu açken tok yatan bizden değildir” dediler ama taşeronlaştırma, güvencesizlik, iş cinayetleri ile yaratılan büyümeden emekçilerin payına daha fazla yoksulluk düşerken ülkedeki dolar milyarderlerinin sayısı arttıkça arttı (Türkiye, dolar milyarderi sayısı bakımından dünyada 15. sırada bulunuyor). Yani Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş’un zamanında söylediği gibi “Harun (adaleti ile anılan Abbasi Halifesi Harun Reşit) olmaya geldiler, Karun (mitolojide zenginliğiyle ünlü Lidya kralı) oldular!
Sonra uzunca bir dönem Filistin’deki mazlumların hamiliği üzerinden oy tahvil ettiler. Erdoğan’ın İsrail Başbakanı Şimon Peres’e söylediği “Siz çocuk öldürmeyi iyi bilirsiniz” sözü yıllarca konuşuldu. Yıllarca Gazze’ye yardım götürürken İsrail’in saldırısına uğrayan Mavi Marmara gemisinde ölenlerin davasını ‘milli dava’ olarak sahiplendiklerini söylediler. Sonra ne oldu? Dönüp dolaşıp İsrail’le anlaştılar. Erdoğan, Mavi Marmara davasının kapatılmasına karşı çıkanlara “Kardeşim, Gazze’ye giderken bana mı sordunuz?” diyerek çıkıştı.
Ve 15 Temmuz darbe girişiminden sonra sürekli bir ‘üst akıl’dan söz edip ABD’yi işaret ettiler. Referandumdan önce Almanya ve Hollanda ile gerilimi tırmandırıp yaşananların ‘hilal ile haç’ arasında bir savaş olduğunu söylediler. Derken ABD, Suriye’ye füze saldırısı gerçekleştirdi. Hemen ‘haçlılar’la aynı koronun arasına girdiler, ABD’ye teşekkür telefonları açıp “göreve hazırız” dediler.
Referandum süreci boyunca yaşananlar ise, herkesin malumu. Valisinden rektörüne, cami imamından okul müdürüne devletin bütün kurumları ve olanakları 'evet' için seferber edilmiş durumda. Oysa ‘tek adam iktidarı’na ‘hayır’ diyenler, sokağa çıktıklarında karşılarında “sadece ‘evet’ bildirisi dağıtabilirsiniz” diyecek kadar pervasızlaşmış bir rejimin baskı ve yasaklarını buluyorlar. O yüzden onlar halkın gözüne ‘evet’i sokmaya çalıştıkça, zalimlikleri daha görünür oluyor.
İşte bunca olup bitenden sonra Erdoğan’ın mazlumdan yana görünme çabaları artık işe yaramıyor. Bu yüzden Erdoğan’ın 7 Nisan’da Hatay mitinginde okuduğu Yunus şiiri, en çok artık zalim yüzünü gizleyemeyen kendi iktidarını düşündürüyor:
“Olsun be aldırma, Yaradan yardır
Sanma ki zalimin ettiği kardır
Mazlumun ahı, indirir şahı
Her şeyin bir vakti vardır”
Şunun şurasında 16 Nisan’a ne kaldı!
- Mesele sadece Erdoğan'ın adaylığı mı? 17 Ocak 2025 05:25
- Adsız süreç, çözümsüz barış! 14 Ocak 2025 05:00
- Trump, Erdoğan’ı niye övüyor? 10 Ocak 2025 04:40
- Türkiye-İsrail rekabeti ve Kürt sorunu 07 Ocak 2025 05:30
- Suriye’deki gelişmeler ve kapısı aralanan yeni ‘süreç’ 03 Ocak 2025 07:30
- Öcalan'ın mesajı ve yeni sürecin işaretleri 30 Aralık 2024 12:47
- HTŞ yönetimi ve Suriye'nin etnik-dinsel fay hattı 27 Aralık 2024 06:20
- Suriye ve yeni Osmanlıcılık 24 Aralık 2024 05:00
- Düğüm yine Kobanê'de çözülecek! 20 Aralık 2024 05:30
- Yeni Suriye kurtlar sofrasında! 17 Aralık 2024 05:00
- Ankara'da Rojava pazarlığı 13 Aralık 2024 10:10
- Esad rejimi sonrası Suriye ve Ortadoğu’yu ne bekliyor? 10 Aralık 2024 05:30