30 Nisan 2017 01:00

Kıyıda bir çıplak adam durmuş düşünür

Kıyıda bir çıplak adam durmuş düşünür

Fotoğraf: Envato

Paylaş

“Bulut mu olsam,
gemi mi yoksa?
Balık mı olsam, yosun mu yoksa?
Ne o, ne o, ne o
Deniz olunmalı, oğlum,
bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.”

Şiirdeki ‘deniz’i devrim olarak okuyabiliriz. Yazı başlığı da önce “Devrim yapılmaz, devrim olunur”du. Hepimiz uzun bir yolculuğun içindeyiz; arayışlarımız buluşturuyor bizi kimi zaman, yollarımız kesişiyor. Toplumlar sınıflara ayrıştığından bu yana çatışarak gelişiyor. Öncesinde de olan ‘çatışma’nın sınıfsal yolculuğunda yaşanan gelişmeler, dönüşümler her zaman güzellikleri, mutlulukları çoğaltarak sürmedi ne yazık ki. Açlıklar, sefalet, büyük savaşlar, insan kıyımları, soykırımlar büyük trajediler olarak kazındı insanlık tarihine, geçmişimize…

Tarih söylendiği ya da sanıldığı gibi her zaman ileri gitmez, geri dönüşler de yaşanır. İşte devrim de sanat da yaşanan trajedilerin yinelenmemesi, olumsuza geri dönüşlerin olmaması, gelişmenin “güzele” doğru olması, güzelliklerin çoğaltılması için başvurduğumuz “araçlar.”

Tarih boyu yaşanan devrimler de, sanat da hayatı anlamlı kılma, güzelleştirme yönünde büyük katkılar sağladı insanlığa.

Devrimleri de sanatı da yaratan, uygulayan insanlık, tarihi boyunca devrimlerle bir üst aşamaya sıçradı, hayatı biraz daha anlamlı ve güzel kıldı, fakat eksik giden bir şeyler vardı. Devrimlerin içinde olundu toplumsal dönüşümler yaşandı fakat devrim olunamadı.

İnsanlık tarihi kadar eski olan sanat alanında da resimden müziğe, tiyatrodan sinemaya farklı alanlarda dünyayı güzelleştiren ürünler verildi, sanat yapıldı fakat sanat olunamadı. Devrim olmak, sanat olmak üzerine düşünelim, konuşalım, yazalım…

Bilinir; soru soran mutsuz olur. Sürdürürsek, ‘çok soru soran daha da mutsuz olur’a ulaşırız. Mutlu olmayı hedefliyorsan mutsuz olmayı göze alacaksın. İnsanlık tarihi, güzele ulaşmak için mutsuz olmayı göze alan, kendilerini, bireysel beklentilerini feda etmiş öncülerin yaptıklarıyla anılır; tarihi o öncüler yazar. Mutluluk ya da güzellikler büyük dönüşümlerle kazanılır, dönüşümlere de devrimlerle, sanatla ulaşırız. Devrime ve sanata dâhil olmanın yolu da soru/lar sormaktan geçer. O sorular bizi devrim/sanat olmaya ulaştırırsa güzel; yoksa biz yalnızca yaptığımızla kalırız. Yaptığımız da her zaman yıkılmaya, geri dönüşlere açık olarak kalır. 

Sanatı da devrimi de sürekli kılamazsak, bunun sonucunda devrim olamazsak kazanan “insanlık” olmayacaktır, öyle de olmuştur. Devrim olunamazsa başka ve daha güzel bir dünya da kuramayız, güzel günler de göremeyiz. Kurduğumuzu sandıklarımız da güçlünün ve kötünün karşısında kumdan kaleler gibi yıkılır gider… Örnekleri çok.

Toplumsal devrimleri bu yazıda dışarıda tutarak, ‘devrim olmak ve dönüştüren sanat/çı olmak’ üzerine aklımın erdiğince bir şeyler yazayım diye başlamıştım. İlk cümlelerden itibaren yaşadığım yoğun bilinç akışı, yazının nereden başlayıp nereye akacağını belirsizleştirdi; çünkü belirsizliklerin çoğaltıldığı yeni bir çağa geçmiştik herkesin farklı adlarla tanımladığı ve üzerinde fikir yürütmeye, analizler yapmaya, teoriler üretmeye çalıştığımız zemin çok kaygandı artık. Yeniçağın en belirgin özelliklerindendi her şeyi flulaştırmak, belirsizleştirmek.

Gündemi, günceli izlemeye çalışırsanız size sunulanın ötesine ulaşmanızın imkânsıza yakın olduğu,  yolların perdelemelerle örüldüğü bir sistem oluşturulmuştu yeniçağda. Yenidünya düzeni ve onun yükselen değerlerinin başlangıcı da bu yeniçağın başlangıç yıllarına denk geliyordu.

Kısa tarihimizin yakın ve kanlı miladı da o yıllara denk getirilmişti. Eylül telafisi olanaksız acılarla başladığında çoğumuz yeni devrimlere gebe bir dünyada yaşadığımızı düşünüyor, düşlerimizi büyütüyorduk.  Öncülerimiz tarihin akışını değiştiren devrimler yapmış, güzel miraslar bırakmışlardı çünkü.  Bize düşen hayata geçmiş devrim düşünü, “sürekli devrim”e devrimlere dönüştürebilmekti. Hayatı dönüştüren sanatı üretmek, sanat olabilmekti. Öyle mi oldu?

Gelinen noktada durum neydi? Gerçekleşmesi gittikçe uzaklaşan hayaller... Yine de imkânsız hayaller peşinde koşmayı sürdürüyorduk.

Büyük toplumsal dönüşümler gerekiyordu başka bir dünya düşünü gerçek kılabilmek için. Büyük toplumsal dönüşümleri de ‘insan’ gerçekleştirecekti. Var olan insan malzemesiyle başka bir dünya kurabilmek olanaklı mıydı? O dünyaya adım atılsa bile inşa edebilmek, sürdürebilmek, dönüştürebilmek olanaklı mıydı? Yaşanan tecrübeler gösterdi ki, olanaklı değildi. İşte bu nedenle “devrim yapılmaz, devrim olunur”du, olunması gerekirdi. Geçmiş deneylerde gerçekleştirilemeyen buydu.

İnsanlığın önüne yeni bir toplum projesi koyan ideolojiyi temsil eden siyasal yapılanmalar/devletler bunu gerçekleştirecek ‘yeni insan’ı yaratmayı başaramadı. 95 yılda insan egemen ideolojilerin sözcüsü, uygulayıcısı siyasal iktidarların baskıları altında kirlendikçe kirlendi.

 ‘Yeni insan’ı önce kendi içimizde yaratmalıyız. Bu bir tür ‘iç devrim’dir. Bugünün egemenleri, devletin tüm olanaklarını da yanlarına/arkalarına alarak,  son 37 yıldır kendi kindar-dindar nesillerini inşa etmeyi başardılar. Muhalif olduğunu, başka bir dünya istediğini söyleyen birey/ler de sistem içinde erimeyi, kirlenmeyi, sisteme yamanmayı, çarpanlarına bölüne bölüne, kanıksaya kanıksaya sürdürdüler. Çünkü muhalif birey, siyasal yenilgilerin dışında yaşam koşullarına da yenildi ve sistemin sunduğu nimetlerden yararlanma yarışına girdi. Kendi iç devrimini gerçekleştirememiş bireyin toplumsal dönüşümleri gerçekleştiremeyeceğini görmedi. Yenildi, kirlendi, kirlendikçe yabancılaştı. Sistemin tüm dayatmalarını kabullendi. 

İşte tüm bunlardan dolayı devrim yapmak değil devrim olmak gerekiyordu; tüm açmazlarımıza, dünyevi sıkıntılarımıza, endişelerimize rağmen… Onlardan da kurtulmak için…

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa