Ah Suriye’nin dili olsa da konuşsa!
Partili Cumhurbaşkanımız Erdoğan, İstanbul’da Bahariye Mevlevihanesi’nde katıldığı bir etkinlikte “Ah Suriye keşke seni tanımasaydım. Tanıdıktan sonra bütün o eserlerin yer ile yeksan olması bizi gerçekten yakıyor, yıkıyor ” diye serzenişte bulunmuş.
Erdoğan’ın bu serzenişinden sonra iktidarının 2011’den bu yana Suriye’deki yıkımda oynadığı rolü bilen herkesin aklına aynı şey gelmiştir sanırım: Ah Suriye’deki o eserlerin dili olsa da konuşsalar!
Hatırlayalım, daha Suriye’de olaylar başlar başlamaz AKP-Erdoğan iktidarı “komşudaki yangına seyirci kalmayız” diyerek işe koyulmuştu. Ama işe koyulan iktidarımızın elinde su kovası taşımıyordu.
Suriye’deki krizi derinleştirmenin ilk yolu mülteci akınını teşvik etmek, olası bir müdahaleye zemin hazırlamaktı. İktidarımız, hiç zaman geçirmeden bunun adımlarını atmıştı. Düşünün ki, Suriye’de olaylar Mart 2011’de başlıyor ve daha olayların üzerinden üç ay bile geçmemişken Haziran 2011’de Angelina Jolie, Hatay’da kurulan birkaç bin kişilik Suriyeli kampına getirtilerek şov yapılıyordu. Derken Kilis’ten Hatay’a sınır kentlerindeki kampların sayısı arttı. Sonra silahlı muhalefetin-Özgür Suriye Ordusu- temelleri bu kamplarda atıldı-ki bu konuyu araştırmak isteyen milletvekilleri bile kamplara girememişti.
Bir de ‘MİT tırları’ ile taşınan silahlar vardı. İktidar, silah taşıyan bu tırları ortaya çıkaranları, “devlet sırrının ifşası”, yani “casusluk” suçundan yargıladı. Erdoğan, sınır kapısının El Nusra tarafından denetlendiği Reyhanlı’da yakalanan tırların Bayırbucak Türkmenlerine “yardım” götürdüğünü, AKP’nin Başkan Yarımcısı Yasin Aktay ise, bu silahların ÖSO’ya gittiğini söylüyordu. Biz devlet sırrını eşeleyip bu binlerce tır dolusu silah ve mühimmatın kime/hangi örgüte gittiğini sormayacağız. Ama yine de geriye yanıtlanması gereken bir soru daha kalıyor: Madem Cumhurbaşkanımız Suriye’nin yakılıp yıkılmasıyla ilgili böylesine serzenişte bulunuyor, acaba tırlarla taşınan binlerce ton silahı bu yakıp yıkmanın neresine koyacağız?
Zamanında “İşte geldim gidiyorum/Şen olasın Halep şehri” demiş ozan. Halep, Ortadoğu medeniyetinin en önemli merkezlerinden biri. Ancak kaç zamandır hiç şen değil Halep şehri. 6 yılını geride bırakan savaştan yorgun düşmüş, her tarafı yıkım içinde harap bir kent şimdi. Ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylediği tarih-kültür eserlerinin en fazla zarar gördüğü kentlerin başında geliyor.
Peki, Halep’te bu yıkımı yapanların arkasında kimler vardı?
Biraz hafızamızı zorlayınca Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ekim 2016’da Halep konusunda Putin ile yaptığı görüşme ve bu görüşmeden sonra söylediği “ Bizden Nusra’nın orayı terk etmesi noktasında ricaları oldu” sözleri akla geliyor-ki Halep’teki radikal İslamcı silahlı gruplar, Türkiye-Rusya mutabakatı sonrasında Halep’ten çıkartılmıştı.
Yıkım derken burada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kilis’te yaptığı bir konuşmada “düştü, düşüyor” dediği Kobanê’nin IŞİD kuşatması sonrasındaki halini de hatırlamadan/hatırlatmadan geçmek olmaz!
Evet, yanı başımızda yaşanan insani, tarihi ve kültürel yıkım hepimizin yüreğini acıtıyor. Ancak iktidarımızın “seyirci kalmayız” diyerek dâhil olduğu savaşın yarattığı bu acılar sadece yüreğimizi acıtmıyor, hayatımızı ve geleceğimizi de etkilemeye devam ediyor.
Bitirirken söyleyelim: Bugün belki yerle yeksan olmuş o eserler “Ah Suriye keşke seni tanımasaydım” diyen Erdoğan’a yanıt veremeyecek. Ama tarih, bu yıkımı yapanları ve arkalarında duranları asla unutmayacak!
Evrensel'i Takip Et