10 Mayıs 2017 00:15

Türkiye'ye verilen rol: Cihatçıların hamiliği

Türkiye'ye verilen rol: Cihatçıların hamiliği

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Suriye’de artık ince hesapların yapıldığı döneme girildi. Örgütler üzerinden yürütülen vekalet savaşları, bir dönemdir yerini vekaleti verenlere bırakmıştı. Görünen o, şimdi, artık ‘ıslah’ zamanı. Özellikle sahaya dışarıdan taşınan cihatçıların nasıl ‘ıslah’ edileceği ise en temel konuların başında geliyor. Kabul etmek gerekir ki bu konuda başı en çok ağrıyacak olan da Türkiye olacak.

Hatırlarsanız, Suriye krizinin yeni başladığı dönemde İran Dışişleri Bakanı, Türkiye’nin adını zikrederek ‘Geç girdi ama hızlı girdi’ mealinde bir söz söylemişti. Bu ironik tanımlama, Türkiye’nin geleneksel Türk dış politikasının terk edilmesine yapılan bir göndermeydi.
Ortadoğu’da neredeyse her devletin bir ya da birkaç örgütü vardı. Cumhuriyet’in kurulmasından, hele bir de üstüne Hatay’ı topraklarına kattıktan sonra Ortadoğu’nun en temkinli ülkelerinden biri Türkiye’ydi. Başkasına el attığında kendine el atılacağını bilen geleneksel dış siyaset, “Stratejik Derinlik” adı verilen “Neoosmanlıcı” politikaların yaşama geçirildiği döneme kadar Türkiye’yi Ortadoğu’daki girdaptan uzak tutmayı başardı. Cumhuriyet, sadece Kürtler konusunda ortaklıklar geliştirdi, Kürtleri önleyici, engelleyici adımlar attı. Gerisine karışmadı. Ancak 2012’nin başından itibaren bu politika bariz ve bir o kadar hızlı biçimde terk edildi. Türkiye’yi yönetenler bir yandan Kürtlerin gelişimi engellemek, diğer yandan Ortadoğu’nun yeni emperyal gücü olmak için sahaya balıklama daldı. Şam’da Emevi Camii’nde namaz kılma, tüm Ortadoğu’yu yeni Osmanlı’nın himayesine katma hayalleri kurdu.

İran Dışişleri Bakanının kastettiği buydu. ‘Geç girdi ama hızlı girdi’ derken önüne gelen her grubu emelleri için kullanmaya kalkan Türkiye’nin Müslüman Kardeşler’den el Nusra’ya, IŞİD’den Ahrar-us Şam’a kadar denemediği örgüt kalmadığına da dikkat çekiyordu. Ortadoğu’yu örgütler üzerinden ‘kontrol’ etme noktasında en deneyimli ülke olan İran’ın Dışişleri Bakanının ne kadar haklı olduğu bugün daha somut görünüyor.

Herkese el atan Türkiye, bu kez el attıklarını ‘ıslah’ etmeyle görevlendirilmiş. Bu görevi yerine getirmese sonucun çok sert biçimde kendisine döneceğinin de farkında. Soçi’de  varılan Türkiye, İran ve Rusya mutabakatının bir diğer anlamı da budur.

Peki, Türkiye bunu yapabilecek mi?

Dünya IŞİD’in başına çöreklendi. Kimse gücünü yettiremeyince Kürtler ve Arap, Türkmen, Çerkes, Süryani ve diğer müttefikleri devreye girdi. IŞİD, yeni bir sürpriz yaşanmaz ise başarılı bir biçimde bertaraf ediliyor. Ancak Ortadoğu bir tek IŞİD’den mütevelli değil. Her biri IŞİD’den farklı olmayan onlarca örgüt daha var. Bunların önemli bir kısmı da ilişkilerini ağırlıkla Türkiye üzerinden sürdürdü, sürdürüyor. Elbet, Katar, İran, Suudi Arabistan, Ürdün gibi ülkelerin de Türkiye’den aşağı kalır yanı yok. Ancak bu devletler geçmişte bu tür ilişkileri çokça yaşadıklarından hep deneyimlerinin avantajını kullandılar, kullanıyorlar. ‘Kürt karşıtlığı’nın gözleri körelttiği Türkiye’yi yönetenler ise bunu yapamadı; neredeyse el attığı her yapı ellerinde patladı.

Hem Rusya ve ABD, hem de Avrupa ülkeleri IŞİD’le savaşın faturasının farkında. Kürtler ve müttefikleri IŞİD’e karşı sahada çok etkin operasyonları başarılı bir biçimde yönetse de biliniyor ki bu örgütün yenilenleri Suriye’de kalamıyor. Bir müddet sonra Suriye’de de, Irak’ta da bunların zemini daha da daralacak. Hal böyle olunca yenilgiyi yaşayan radikal cihatçı grupların azımsanmayacak bir bölümü dünyanın dört bir yanına dağılıyor. 

Her biri her an tehlikeli bir canlı bombaya dönebilecek IŞİD’lilerin yerini önümüzdeki aylarda el Nusra, Ahrar-us Şam, Nurettin Zengi Tugayları ve benzeri örgütlerin elemanlarının alması çok olası. Türkiye’ye ‘ıslah’ rolü veriliyor, derken kastettiğim bu. Türkiye’ye Soçi’de, ‘onlarla uzlaş, sahada kalmalarına ve uzlaşmalarına zemin oluştur, dünyaya dağılıp başımıza bela olmalarına fırsat verme’ dendi.
Türkiye, bu durumu avantaja çevirmenin hesaplarını yapıyor şimdi. Türkiye’yi yönetenler açısından tek ‘kazanım’ belli ki bedeli ne olursa olsun Kürtleri engellemek.

Ne yazık ki Türkiye, olması gerekenin tam tersini yapıyor. Belki de başına ne iş açtığının farkına bile varmadan Türkiye’nin zora dayalı yönetiminin alt yapısını oluşturmak adına bir sürü cihatçının hamiliğini yapmaya, onları kanatları altına almaya hazırlanıyor. Ancak kalıcı demokrasinin güvencesi olan Kürtlere tek bir kapı açmaktan hâlâ çok uzaklar.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa