11 Mayıs 2017 00:08

Çürüme ve diriliş

Çürüme ve diriliş

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bir toplumda, çürüme ve çöküş belirtilerinin tavan yapması için çok ciddi kriz durumlarının yaşanması koşul oluşturmaz. Bazen, en basit ve sıradan denebilecek insani sorunlar çerçevesinde ortaya çıkan eğilim ve davranış biçimleri de buna işaret ederler. Günümüzde herhangi bir kapitalist ülke örnek alınarak bunun için binlerce örnek sıralanabilir. Ne ki, Türkiye’nin durumu bu bakımdan özellikle dikkat çekicidir: Türkiye özellikle idari biçimi, yöneticilerinin söz ve eylemleri, burjuva siyasetinin çeşitli fraksiyon ve örgütlerinin birbirleriyle ve devlet denen örgütlü baskı aygıtıyla ilişkileri, basın-yayın, sanat-edebiyat-kültür organ ve çevrelerinin kitlelere yönelik propagandasının içeriği; ve bütün bunların sisteme muhalif örgüt ve partiler etrafında biraraya gelen kesimler üzerindeki etkisi bakımından daha önce benzeri görülmemiş bir deformasyon, çürüme ve bozulma döneminden geçiyor. 

“Basit” bir örnek, Silopi’deki panzerli çocuk cinayetidir. Kürtlere yönelik devlet terörünün bir parçası-uzantısıdır. Gece yarısından sonraki bir saatte uyumakta olan iki küçük çocuk, panzerle evin duvarı yıkılarak ezilip katlediliyor ve fakat bunu yapan polisler görevlerini sürdürmeye devam ediyorlar. Devletin başındaki kişi de, televizyonlarda, gazetelerde, havada ve karada, nerede fırsat varsa orada “garip-gurebanın hakkı”ndan sözederek “adalet dağıtıyor”! Gazeteler ve televizyonlar koro halinde, Cumhurbaşkanı’nın yürüme özürlü bir kız çocuğuna protez bacak takılması için emir verdiğini duyuruyorlar. Birincisi ve ikincisi birbirinin alternatifi değil, ama birinde sessizlik ve cinayet işleyen kendi memurlarını korumaya alma ve böylece başkalarını da benzeri eylemler için cesaretlendirme; ikincisinde ise “vicdani-insani bir tutum“ üzerinden yığınlara hoş görünme sözkonusudur. Birincisi türünden örneklerin sayısını on bine de çıkarabiliriz. Fark etmez: fark eden diyen varsa Berkin Elvan örneğini anımsasın! Ya da Ali İsmail Korkmaz’ı, veya Kürt kentlerinde katledilenlerin cesetlerinin alınmasına dahi izin verilmeyen çocukları, kadınları, yaşlı dedeleri…Kent ve kasabaların yıkımını…Sadece bu ve bunlar da değil: Kürt kent ve kırında neredeyse her gün öldürülen Kürt gençlerinin ceset sayısını devletin ve Erdoğan iktidarının başarı hanesine kaydederek  bayram kutlayan basın tekelleri, televizyonları ve günlük gazetelerinin topluma verdikleri mesajlarla empoze ettikleri görüşler, egemen olanların karakterini yansıtan bir diğer göstergedir.

Sadece bu da değil: yıllık ortalaması 1400 civarında olan iş cinayetlerini ve sakat kalan binlerce işçinin durumunu yok saymak, devlet yönetiminden yargı sistemine, basın-yayın ve propaganda mekanizmasından dini kurumlar yöneticilerinin tutumuna, hem bir sınıf tutumunun hem de çürüme ve çöküşün göstergesidir. Aynı şey çocuklara ve kadınlara karşı cinayet ve tacizler karşısında alınan tutum açısından da geçerlidir. Mahkeme heyetlerinin küçük çocuklara karşı işlenen taciz ve tecavüz olaylarını dahi “kendi rızası“ gerekçesiyle geçiştirdiği, böylece bu tutumlarıyla aynı türden olayları teşvik eylemine de imza attıkları, binlerce örnekle kanıtlanabilir. Dahası var…
Riya ve yalanı ahlâki ölçütler dışı saydığı varsayılan bir toplumda, yalan, resmi yönetim politikasının olağan bir unsuru haline gelmiş ve örneğin, devlet iktidarını ellerinde tutanlar, “referandum”da hayır oyu için çalışma yapanları ihanetle, dış güçlerin aleti olmakla, terör örgütlerine destek vermekle suçlayıp, ardından da “biz ayrımcı politika izlemiyoruz” diyorlarsa, ve bunu duyan milyonlarca insan buna karşı ortaya bir tepki koymuyorsa, sağlıklı bir toplumsal bünyeden söz edilemez. 

Bu örnekler, örgütlü-örgütsüz çeşitli çevreler açısından yaygınlık gösterir hale gelmişse, yolsuzluk, rüşvet ve adaletsizlik tepki çeker olmaktan çıkmışsa, devlet cinayetleri toplumun önemli bir kesimi tarafından “devletin ve milletin bekası” gerekçesiyle destekleniyorsa, gayrı meşru bir referandum tartışılıyor durumda iken tek adamın kim olacağı toplumun önüne esas bir mesele olarak çıkarılabiliyorsa, kontrgerilla ve Erdoğan iktidarıyla birlikte hareket edip Kürt ve devrimci düşmanlığı yapan bazı parti ve örgütler “solcu” diye reklam ediliyorsa, ya da söven milliyetçi ve özgürlük düşmanı kişi ve kurumlar “demokrasi gücü”  içinde sayılıyorsa çürümenin boyutları hayli geniş demektir. 

Kuşkusuz böyle olmasının sorumlusu geniş halk kitleleri, sağda ya da “sol” da yer alan işçi ve emekçiler değillerdir. Çürüyen kapitalist toplumdur ve yığınlar aldanmışlıklarının, aldatılmışlıklarının cezasını çekiyorlar. Sömürü ve zorbalık sistemine karşı mücadele gelişip dal budak salana dek ağırlıklı olarak da böyle olacaktır. Yüzyılların önyargıları, eğitim ve egemen propagandanın gerici karakteri ve toplumsal etkinliği, örgütlü burjuva kurumsal yapı ve bunun toplum bünyesine yayılmış hali, bu sonuçları doğurmaktadır. Bu sonuçlara karşı mücadele yine toplumsal bünyenin içinden doğup büyümektedir. Böyle olduğunu tarih gösterdiği gibi günümüz toplumlarının aynı zamanda mücadele ve direnişin mayalanarak ilerlemekte olması gerçeği de doğrulamaktadır. Makalemizin devamında dirilişin kaçınılmazlığı ve gerçekliği üzerinde durulacak. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa