12 Mayıs 2017 00:30

Ölümün medyatikleşmesi

Ölümün medyatikleşmesi

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Biyolojik bir varlık olarak insanın kendi bedenini egemen karşısında bir silaha dönüştürmesinin tarihi eski. Türkiye gibi çok uzun süren ölüm oruçlarına tanıklık etmiş ülkelerde de, politik mücadelede insan bedenlerinin son çare olarak silaha dönüştürülmesinin ve insanın kendine dönük şiddetle zorbaya karşı direnmesinin şanlı bir geçmişi var. 

Açlık grevleri ve ölüm oruçları, insan bedenleri üzerinde barbarca hakimiyet kuran biyo-egemene karşı güç mücadelesinde, tüm direniş yolları tüketildikten sonra, gelinecek son nokta olabilir. Biyo-egemenin yaşayan insan bedenleri üzerinde her türlü tasarrufu fütursuzca gerçekleştirebildiği, hatta Siyaset Bilimci Banu Bargu’nun çok yerinde tanımıyla, ölü bedenler üzerinde bile şiddet hakimiyetini elinde tuttuğu bir “nekrosiyaset” ülkesinde direniş, ölüm zamanını ve biçimini bireyin kendi özgür iradesiyle belirlediği bir eylem haline gelebilir. Biz bunun örneklerini gördük. F tipi cezaevlerine ve cezaevlerindeki kötü yaşam koşullarına karşı sürdürülmüş, dünya tarihinin en uzun ve en büyük kayıplı ölüm oruçlarına tanıklık etmiş bir ülkede yaşıyoruz. 

OHAL KHK’si ile kamudaki işlerinden ihraç edilmiş olan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça, “İşimizi geri istiyoruz” diyerek direndikleri bir açlık grevini 65 gündür sürdürüyorlar. Her geçen gün eriyip giden bedenleri için kritik eşiğin çoktan geçildiği söyleniyor. Ankara Tabip Odasının açıklamalarına göre, her iki direnişçi de en az 15 kilo zayıflamış, bağışıklık sistemleri çökmüş, tansiyon ve nabız düzensiz, algılama, zihinsel ve motor faaliyetlerde bozulmalar var. Her an bir ani ölümle yüz yüze gelebilirler.

Bu iki genç insan, belli ki iktidarın insanları acımasızca açlığa mahkum ettiği, sadece işsiz bırakmakla yetinmeyip, eşi, çocuğu, anası, babası demeden tüm sülalesini süründürmek üzerine politika kurduğu bir noktada, kendi hayatları üzerindeki kontrolü yeniden ele almak istiyorlar. İktidar onları işsizliğe, açlığa ve mesleki ölüme mahkum ediyorken, onlar da aynı iktidara “Beni sen değil, ancak kendim öldürebilirim” demek istiyorlar. Canına kastedene karşı yaşamı savunarak direnmek yerine, kendi bedenlerine eziyet ederek mücadele etmek yolunu seçiyorlar. Barış İçin Akademisyenlerin “Eylemi sonlandırın, biz devralalım ve sırayla nöbet tutalım” çağrısına da olumsuz yanıt veriyorlar. Yaşamanın gücü yerine, ölmenin gücüyle mücadele ediyorlar. Süresiz ve dönüşümsüz. Artık iyiden iyiye ibişleşmiş üniversitelerde ve temelli yozlaşmış eğitim kurumlarında bir zamanlar sahip oldukları işlere geri dönmek için ölüme yatmayı tercih ediyorlar. Ömrünü işkenceyle ve devletin sivil bedenlere karşı zulmüyle mücadeleye adamış Adli Tabip Şebnem Korur Fincancı da, “İnsan hayatlarının bu derece değersiz kılındığı bir iktidar döneminde, iktidarın acımasız politikalarına ölüm orucuna dönmüş bir açlık greviyle direnmek onaylanacak bir şey değil. Onlar bu grevi durdursun, biz devralalım” diyor. Ama Nuriye ve Semih, faturası çok ağır olacak olan bu yolda devam etmekte ısrarcı. Elbette her birey iktidarla güç savaşında kendi yöntemini seçmekte özgür. İster kendi bedenini bir silaha dönüştürerek kendisine şiddet uygular, isterse yaşamın gücünü ve yaşayarak mücadeleyi seçer. Yöntem ise her zaman tartışma konusu olmaya açık. 

Yöntem tartışma konusu olmakla birlikte, Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın direnişi toplumda muhalif pek çok kanadın destek verdiği bir “medya olayı” haline gelmiş durumda. Sosyal medyada #İşimiGeriİstiyorum anahtar sözcüğüyle gündeme oturan açlık grevi, toplumun çeşitli kesimlerinden destek alırken, aynı zamanda eleştirilmekte. Aileler, politikacılar, KHK mağdurları, doktorlar ve barış imzacısı akademisyenler türlü çeşitli tepkiler veriyor bu direnişe. Doktorlar bu eylemin acilen durdurulmasından yana, çünkü iki direnişçi için bedensel yıpranma çoktan başladı, ölüm riski arttı, kalıcı zarar olması neredeyse kaçınılmaz. KHK mağdurları ve bazı akademisyenler farklı şehirlerde destek eylemleri düzenliyor, dönüşümlü açlık grevleri yapıyorlar. Eylemlerini Ankara Yüksel Caddesi’nde sürdüren Nuriye ve Semih’in her gün ziyaretçileri oluyor. Politikacılar, akademisyenler, muhalifler onları ziyaret ediyor. Kimileri onları bu eylemden vazgeçirmeye çalışıyor, kimileri de halaylarla, türkülerle eyleme destek veriyor. Nuriye ve Semih’in tek istedikleri işlerine geri dönmek olsa da, onlar artık KHK ile kamu hizmetinden uzaklaştırılmış geniş bir kitlenin sembolü.
Açlık grevine ilişkin gelişmeleri anbean sosyal medyada yer alan haberlerden öğreniyoruz. 

Bu hafta Leman dergisi kapak yapmış, “Ruhunu açlıkla dolduranlara selam olsun”diyor. 

Sezen Aksu’nun iki direnişçi için kaleme aldığı satırlar sosyal medyada paylaşılıyor.

Zülfü Livaneli, seçtiği sözcükler pek nahoş anılarımızı canlandırsa da, Nuriye ve Semih’in “Hayata döndürülmesi” gerektiğinin altını çiziyor Twitter’da. 

Eylemdeki iki KHK mağduru acı çekerek her geçen gün gözümüzün önünde yok olurken, “Seslerine ses verin, tweet atın” mesajları sosyal medyada paylaşılıyor. 

“Sesli ve görüntülü mesajını çek, gönder, yayınlayalım” 

Ölümün medyatikleşmesi böyle bir şey işte. 

Ölümün seyirlik hali viral. 

Ölüme yatmanın ritüelleri online.

Her geçen gün vücutları eriyip giden iki direnişçi kaçınılmaz sona doğru yaklaştıkça, ölüme yatmanın medyada temsili de büyüyor.

Eylem alanında çekilen halaylar ve söylenen türküler eşliğinde, gazeteciler gözlerini bile açık tutmakta zorlanan Nuriye Gülmen’e mikrofon uzatmaktan çekinmiyor. 

Politik olarak sadece kamudaki kaybettikleri işlerini geri isteyen bu iki direnişçinin eylemlerine karşı hükümetten yana en ufak bir olumlu dönüş yok. O zaten bizi öldürmek isteyen değil miydi? Biyo-iktidarın bedenlerimize kastettiği bir dönemde, ölümle sonuçlanabilecek böylesi bir direnişin, Türkiye’de KHK ile ihraçları tüm dünyaya en etkili şekilde duyurabilecek bir yöntem olduğu düşünülüyor. Oysa bu iki direnişçinin iktidarın yanlış politikalarıyla güçlü, sağlıklı ve yaşayarak mücadele etmeleri için destek verilmesi daha doğru olmaz mıydı? Açlıktan ölmeye yatmak, zaten bizleri işsiz, aşsız bırakarak açlığa mahkum etmeye ant içmiş bir iktidara karşı yapılabilecek en son direniş şekli değil mi? Özgür, sağlıklı bir şekilde yaşayarak direnmek varken, neden mücadele gücümüzü kendi bedenimize şiddet uygulayarak kullanalım? 

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın açlık grevine acilen son vermelerini ve tıbbi desteğin bir an evvel başlamasını diliyorum. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa