14 Mayıs 2017 00:59

Aytaç Arman: Sıra dışı filmlerin sıra dışı oyuncusu

Aytaç Arman: Sıra dışı  filmlerin sıra dışı oyuncusu

Fotoğraf: Envato

Paylaş

“Çok sıcak bakıyorsunuz, gözlerinizde pırıltılar var. Çocukluğunuz sevgi ortamı içinde mi geçti?” diye sorar Nuray Oğuz, Aytaç Arman’a. 1991 yılıdır ve Aytaç Arman o tarihte 21 yıllık oyunculuğunu doldurmuştur. Gerçekten de gözlerinde pırıltılar vardır ve sıcak bakıyordur. Aynı zamanda hüzün de vardır bakışlarında. “Ben hüzünlü bir coşku ya da coşkulu bir hüzünüm diye tanımlarım kendimi. Hayat da öyle değil mi zaten? İnsanlar genellikle hayatın ya hüznüne kaptırır gider ya coşkusuyla sürüklenir. Olur mu? O bir bileşkedir ve ikisini birden yaşamak lazım. Çünkü mutluluk ve mutsuzluk bir med-cezir halinde gelir ve gider.”

1970 yılında bir yarışma sonucu sinemayla tanışan Aytaç Arman 1949 Adana doğumludur. Köy kökenli ailesinin kentte doğup büyüyen ilk ferdidir. “İlkokul sonrasında teknik okullarda okudum. Yapılanmamın temelinde geometri ve matematik, giderek logaritmik, trigonometrik değerler ve dengeler var. İstanbul’da Elektrik Mühendisliği okudum 3. sınıfa kadar. Sinemaya başladığım için eğitimi bırakmış değilim. Ekonomik yetersizlikten dolayı eğitimimi sürdüremediğim için tesadüfen sinemaya başladım. Aytaç Arman benim gerçek adım değil. Gerçek adım ülkenin bugünkü durumunu da anlatır; Veys el İnce. Veysel diye geçiyor, Arapça kökenli.”

Sinemanın oyuncu ihtiyacı yarışmalarla da karşılanıyordur.  Kara kaşlı, kara gözlü, uzun boyludur Aytaç Arman. Arkadaşları resmini bir yarışmaya gönderir. Matematiği ve matematik hocasını çok seviyordur. Arman da matematik hocasının soyadıdır. Arkadaşları bu soyada uygun isim ararken Aytaç’ı seçer. “Tesadüfen başlayan bir yolculuk ama bugün taşıdığım bütün değerleri bu yolculuğa borçluyum. Bu işe başladığımda, saygıyla izlediğim sinema alanını tanıdığımda bana her şey bir garip gelmişti. Kırsal kökenli olduğum ve Adana gibi bir yerden geldiğim için tepkilerim sert oldu. Dayatılan hiçbir şeyi kabul edemedim ve sistemin dışına itildim. Dolayısıyla daha dikkatli olmam, kendime sahip çıkmam gerekiyordu. Sistem destekli olsaydım, sistem yıkıldığında, zaafa uğradığında ben de yok olacaktım. Sistem hangi dönemde, nasıl sallanırsa sallansın hep var oldum. Herkese bahşedildiği gibi, bahşedilen sanatçı kimliğiyle bugünlere geldik ama ben sanatçı değilim, ben sinema oyuncusuyum. Yapılanmamı sağlıklı sürdürüp, yıllarca süren sinema oyunculuğu geçmişime rağmen henüz yolun başındayım, kişiliğimin sanatçı boyutunu yetkinleştirebildiğim noktada kendime sanatçı diyebileceğim.”

İhsan Yüce’nin ve Süreyya Duru’nun çok önemli yeri vardır, Aytaç Arman’ın sinema serüveninde. 1970 yılında İhsan Yüce bir film çeker. (Hayat Cehennemi - Hiç, 1971. Yönetmen/Senaryo: İhsan Yüce) “Orada küçük bir rol oynamıştım. Yetersiz koşullarda gerçekleştirilen bir filmdi. Filmi ben de görmedim. Benim ilk filmim olarak Baba filmi bilinir. Yılmaz Güney’in oğlunu oynadım. Finalde babasını öldüren bir oğuldu. Ondan sonra da yıllarca, sistemin dışına itildiğim için, ikinci, üçüncü sınıf yapımlarda mahallenin namusu, garibin hakkı gibi rollerle dram avantür filmlerde oynadım.  Yılmaz Güney ilk tanıştığımızda bana ‘Aytaç, ne bulursan oyna, aslolan kameradır. Kamerayla olan meseleni çöz’ demişti. Sistem dışına itildiğim dönemde çok filmde oynadım ve kamerayla daha çok karşı karşıya kaldım.  Objektifle olan meselemi ve mesafemi, onun özelliklerini ve kendi özelliklerimi o pratik içinde çözümleyerek geldim. Bunun bana müthiş artıları oldu. Daha sonra Süreyya Duru’yla karşılaştım. Bu karşılaşmayı yine İhsan Yüce sağlamıştı. İlk ciddi sorumluluğum Duru’nun Bedrana filmidir. Daha sonra yine Süreyya Duru’yla Kara Çarşaflı Gelin’i çektik. Güneşli Bataklık, Fıratın Cinleri ve Yılmaz Güney’in Düşman filminde oynadım.”

Sonra da uzun yıllar ara verir sinemaya. Kendi iradesiyle çalışmaz. 70’li yıllar bitmiş 12 Eylül gelmiştir. 1986’ya kadar sürer bu ayrılık.  “Sinemaya ara verdiğim yıllarda ‘Nereden geliyorum? Ne yaşadım? Bu ülkede ne yaşandı? Sinema neydi? Sanat neydi? Bunun içinde ben neydim?’ gibi sorularla kendimle hesaplaşmaya yönelik 5-6 yıllık bir süreç yaşadım. İyi ki öyle yaşamışım. Kendimi, hayatı, sanatı, sinemayı, yaşadığım ilk on yıllık oyunculuktaki birinci dönemimi bunların hepsini harmanlayarak Adı Vasfiye’ye varacak bir süreç içerisinde kendimi daha iyi tanıdım. Bunun sonuçlarını Atıf Yılmaz’ın Adı Vasfiye filminde ben de gördüm, bütün sinema da gördü. Ardından hep hoş ve kaliteli filmlerde, seçerek oynadım. Özel hayatımdan oldukça özverili davranarak direnmeye çalıştım.”

Sinema serüvenini iki döneme ayırır Aytaç Arman. ‘80 yılına kadar süren 10 yıllık süreç birinci dönemini oluşturur. 86’da Adı Vasfiye ile başlayan süreç de, daha deneyimli bir oyuncu olarak 2. dönemidir. “Şu ana kadar sürdürdüğüm yolculuktan hoşnudum. Hayat size bir şeyler dayatıyor ve siz onu göğüsleyebiliyorsanız, sonuçta hayat onun bedelini size ödüyor, karşılığını alıyorsunuz.” 

Ödüllü filmlerin ödülsüz oyuncusudur. “Oynadığım filmler ödüllü ama benim bir tek ödülüm var. Gece Yolculuğu filminden aldığım Altın Portakal, En İyi Erkek Oyuncu ödülü. Karakter hakkında Ömer Kavur’a bir şeyler sorduğumda bana, ‘Aytaç, senin kaygılarını taşıyan bir adam’ demişti. Onun dışında profesyonel olmayan ödüllerim var tabii. 1980 yılında sinema yazarlarının En İyi Erkek Oyuncu ödülünü verdiler. Fakat 12 Eylül gelmişti, ödülü alma şansım olmadı. Düşman filmindeki oyunumla almıştım bu ödülü. Benim için çok anlamlı, çok önemli bir film.”

“Nasılsın?” diye soranları son zamanlarda “Memleket gibiyim” diye yanıtlar. “Memleketin hali ahvali külli vahimken, bunu en iyi yansıtan ayna sanat alanı oluyor. Çünkü sanat bu ülkede desteklenmezken, kösteklenmiştir. Sanat kavramının içi boşaltılmıştır, ilgisi olmayan sanatçı olmuştur. Kokuşmuşluk, çözülmeler, dağılmalar... Genelde sanat alanında, özel olarak sinema sanatında çözülmeler, dağılmalar ortaya çıkıyor.”

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa