29 Mayıs 2017

Geçen yazımda Kabataş’ın martısından söz ederken usuma çift boynuzlu Haliç Köprüsü düştü.

Sinan’ ın gözü önünde yapılacak şey miydi bu köprü?
Şimdi Süleymaniye’ ye bakarken, görüş açımın içine bu köprünün girmemesine özen gösteriyorum.

Martının, boynuzlu köprünün ardından usuma Zeytinburnu’ nun Sultanahmet camisinin minarelerine karışan üç gökdeleni düşüyor.

Hayır, hepsini saymayacağım…
Sağlığımı zorlayamam bu ölçüde, ama Kadıköy’den söz etmeden geçemem…

21. yy da insanları bu denli zora sokmağa kimseler kalkışamazdı.

Önce,

“Eviniz beklenen depreme dayanamaz, yıkılıp yeniden yapılacak.”

 Denildi. İnsanlar yüklenicilerin eline düşürüldü.
Depreme dayanmayacağı söylenen yapıların kimilerinin “statiği”nin yeni yapılanlardan daha güvenilir olduğunu sorduğum inşaat mühendisleri söylediler.
Ben bilmiyorum. Çünkü inşaat mühendisi ya da statiker değilim. Sorduğum uzmanlar böyle söylediler de onu aktarıyorum.

Bildiğim, eş alan üzerinde iki kat daha çok insan yaşamağa zorlanıyor.

“İki göç bir yangın” dediğim yazılarımı anımsarsınız. Uzun uzun yazmıştım bu konu üzerine.
Şimdi insanlar orada toz toprak soluyarak yaşıyorlar. Daha doğrusu soluk almakta zorlanıyorlar…

Bütün bunların üzerine, geçenlerde öğrencilerimle geçtiğimiz Edirne yolunu düşündüm.

Hiç yolunuz Edirne’ ye düştü mü?
Daha doğrusu İstanbul’ dan Edirne’ ye TEM yolu üzerinden gittiniz mi hiç?

Ben onlarca kez gidip gelmiştim. Son birkaç yıldır aralandıydı bu gidiş-gelişler.
Bu kez küçük dilimi yuta yazdım…
Dağ taş gökdelen olmuş çıkmış… Yüzlerce gökdelen…

Kimilerine bakarken, kendimi onlardan birinin bir konutunda yaşarken düşünmeğe çalıştım. Hemen caydım bu çabamdan. Usum başımdan gidecek sandım… Bir de buralarda büyüyecek çocukları düşündüm. Geleceğimiz karardı gitti düşündükçe…

Nedir bu durumumuz?
Kimileri kaçıyorlarmış ülkemizden.
Kime ne söyleyeceğini şaşırıyor insan.
Hele bu işlerden azıcık anlayan bir kişi iseniz daha da zorlaşıyor işiniz.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

İhyanın aslı

İhyanın aslı

Maraş depremlerinin ardından geçen iki yılda ne yiten on binlerce canın hesabı sorulabildi ne de kalanların bir derdine derman olundu. İki yıl sonra iktidar, ”Asrın İhyası” sloganıyla toplumu aldatmaya çalışıyor. Oysa asıl ihya ihaleler, inşaatlar, rezerv alan ilanları, teşvikler, vergi indirimleriyle, depremi gerekçe eden siyasi baskılarla geldi.

Teslim edilen konut sayısı ihtiyacın 3'te biri.

Deprem bölgesinde 'rezerv alan' kılıfıyla halkın evleri, arsaları gasbedildi.

Deprem işçiye yoksulluk, sermayeye 'fırsat' oldu.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Sezgin Tanrıkulu: "Depremin maliyetini en aza indirmek için her ay vergi veriyoruz. Nereye harcandığını bilmiyoruz"

Evrensel'i Takip Et