Şüphe meselesi (2)
Kirvem,
Senin de bildiğin üzere Fransız gavuru bir filozof ve aynı zamanda da ünlü bir matematikçi olan Descartes, günümüzden yaklaşık dört asır önce dünya denen bu alemde sanki yapacak başka bir iş, uğraşacak herhangi bir “mesele” yokmuşçasına, durduk yere Latince “cogito, ergo sum”, yani “Düşünüyorum, o halde varım” deyu iki satır gevelemeyi ne hikmetse hüner bellemiş...
Sonra?..
Sonra gel zaman git zaman derken, Descartes keferesinin felsefe pazarına kendince sürdüğü “Düşünüyorum, o halde varım” lafı, hani deyim yerindeyse bir tık daha ileriye taşınıp, bir bakıma sanki hafif yollu kılık kıyafet değiştirip, bu kez de “Şüphe ediyorum, o halde varım” babında ifade edilirken, aslında bu ifadelerin ikisi de, tıpkı “Her yol Roma’ya çıkar” deyimi gibi yine bizatihi Mösyö Descartes tarafından şöyle açıklanıyor:
“Düşünüyorum, o halde varım. Varım çünkü düşünüyorum, çünkü şüphe ediyorum...”
Kirvem, işin felsefik boyutunu bu konunun uzmanlarına ciro ettikten sonra sözü daha fazla uzatmadan kendi payıma şunu belirtmeliyim ki, iki haftadan beri sana postaladığım mektuplarımda bu “şüphe” meselesine kafayı taktığım andan itibaren neredeyse feleğimi şaşırmış durumdayım!
Önceleri kıtık dolu yastığıma bitli başımı daha koyar koymaz anında horul horul horlayıp, keza hemen her konuda kırk kısım tekmili birden rüyaları peşi peşine gördükten sonra sabahın bir vaktinde hayli dinç uyanan bir beni ademken, şimdilerde, daha da doğrusu olmayan aklımın girdaplarında fırıldak misali dönüp durmaya başlayan bu kahrolası “şüphe”ler denizinde neredeyse gari boğulmak üzereyim allah vekil!
Neden?
Çünkü şu güzelim memleketimizde etliye sütlüye bulaşmadan sessiz sakin kös kös düşünüp bu yolla güya benliğimi kanıtlarken, neden sonra sadece hindi gibi düşünmekle yetinmeyip buna ilaveten ayrıca bir de aklıma takılan yersiz, gereksiz şüphelerimle baş başa kalınca huzurum maalesef hepten kaçtı.
Nitekim düşüncelerimiz sayesinde Descartes efendinin buyurduğu gibi gerçekten varoluyorsak, bunun kime, hangimize ne faydası var ki! Üstelik “varlık” dediğin ne ki, bugün var yarın mafiş!
Ama no! Haksızlık edip çizmeyi aşmayalım! “Düşünce” veya namıdiğeriyle “şüphe”, varlığımızın olmazsa olmaz temel taşı diyen Descartes’e karşı en azından ayıp etmeyelim zo!
Öyleyse?..
Öyleyse bizler “insan” kimliğimizle “mevcudiyet”imizin yegane temelini oluşturan bu şüphe faslının acaba hangi kıyısındayız, şüphelerimizden, düşüncelerimizden yola çıktığımızda, gerek birey ya da toplum olarak şu kırtıpil alemde acaba hangi haltları karıştırıp duruyor, varlığımızı acaba nasıl kanıtlıyoruz, belki de asıl meselemiz bu!
Şüphelerimiz, düşünce tarzlarımız, en önemlisi de bunlara yön veren “davranışlar”ımız eninde sonunda dönüp dolaşıp nihayetinde kişiliğimizin birer aynası olarak yansıyorsa, o zaman şapkalarımızı, külahlarımızı, peruklarımızı önümüze koyup, ardından da üzerine limon sıkılacak mini minnacık beyinlerimizde çöreklenip örümcek ağı gibi yuva kuran şüphelerimizle hemen her fırsatta tez elden yüzleşmemiz mi gerekir, kim bilir Kirvem!
Evrensel'i Takip Et