30 Haziran 2017 00:58

İkinci bir emre kadar akademide medya eleştirisi yasak

İkinci bir emre kadar akademide medya  eleştirisi yasak

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Türkiye’de akademik özgürlüğün olmadığının belgesi yayınlandı bu hafta. Koç Üniversitesi’nde, Sabancı Üniversitesi’nin de kurumsal ortaklığında düzenlenen uluslararası bir konferansta sunulacak tebliğ, günümüz siyasi koşullarında “hassas konulara” değindiği için konferans programından çıkartıldı. Tam iki ay önce konferansa kabul edilen ve sunum başlığı konferans programına giren Yasemin Yılmaz, bu hafta Koç Üniversitesi’nden aldığı kibar bir mektupla tebliğinin konferans programından çıkartıldığını öğrenmiş. Biz de Türkiye’de üniversitelerin ülkede yaşatılan korku ikliminden ne derece nasiplendiğini belgeleyen bu resmi mektubu sosyal medyada okuduk. New York’ta doktora eğitimine devam eden Yasemin Yılmaz’ın önce konferansa kabul edilip, sonra reddedilen tebliğinin konusu, medya özgürlüğü ile burjuvazinin otoriter yönetimlere verdiği ekonomik/siyasal desteğin ilişkisi. Genç akademisyen adayının Türkiye ve Venezuela karşılaştırmasıyla yaptığı araştırmanın sonuçlarına göre, bir ülkede iş dünyası ve seçkinler otoriter iktidarların ekonomik ve siyasal politikalarını desteklerse o ülkede muhalif basın daha kolay yok oluyor, ama ona karşı dururlarsa, muhalif basın yaşayabiliyor. 

Akademik etik ve burjuvazinin üniversiteleri
Akademik değerler ve onur açısından çok talihsiz olan bu olayda dikkat çeken birkaç husus var. Öncelikle, yurt dışında eğitim gören genç, çalışkan, üretken bir akademisyen adayı için kendi ülkesinde bilimsel anlamda denizin bittiğini gösteriyor. Ülkedeki baskı ve sansürün sadece devlet üniversitelerinde değil, ama aynı zamanda liberal duruşlarıyla dikkat çeken özel üniversitelerde de etkili olduğunu kanıtlıyor. Koç Üniversitesi ve Sabancı Üniversitesi gibi akademik üretim ve etik konularında iddialı iki kurumun ortaklaşa düzenledikleri bu konferans bağlamında, korku faktörünün ve iktidara biatın böyle gözler önüne serilmesi, bize ‘et koktu tuz getir, ama ya tuz koktuysa’ deyişini hatırlatıyor. 

İkincisi, ülkede total medya kontrolüyle kamusal alana yayılacak eleştirileri sansürleyen baskıcı bir iktidar varken, içinden geçtiğimiz sürecin siyasal, sosyal, iktisadi, tarihsel eleştirisini yapabilecek nadir kurumlardan biri olan üniversitelerde de iktidarın ve kapitalizmin eleştirisinin resmi olarak engellendiği artık aşikâr. Peki ama, sosyal bilimciler Türkiye’nin içinden geçtiği bu zorlu süreçlere ilişkin araştırmalar yapmayacaksa, önermeler getirmeyecekse, durumu analiz etmeyecekse, onların yerine kim yapacak? Cübbeli muhtarlar mı? Üniversiteler hızla hocaların sadece ders verdiği, sorgulamadan, eleştirmeden, analiz etmeden aybaşında maaşlarını alıp oturdukları lise kıvamında kurumlar haline gelirken, dört yıllık eğitim için öğrencilerden alınan yüzbinlerce lira para ve en yüksek akademik kalite vaatleri nedir peki? Türkiye’nin koskoca iki sanayi grubu üniversite kurmuş, ama kendilerince “hassas konulara giren” bir akademik makaleden korkuyor. Ülkenin en zengin, en okumuş etmiş; okumakla kalmamış, başkalarını eğitmek için üniversiteler kurmuş insanları bunlar.

İktidar, burjuvazi ve demokrasi
Şimdi tabii en zengin iki sanayi grubu ve onların kurdukları iddialı üniversiteler demişken, yine Yasemin Yılmaz’ın akademik anlamda okunmaya değer, ama kimilerine göre “hassas” olan makalesine geliyoruz. Yılmaz, makalesinde şu görüşü savunuyor demiştik: Bir ülkede kapitalist elitler otoriter iktidarların siyasal ve ekonomik politikalarını eleştirmiyor ve ona destek veriyorsa, o ülkede otoriterlik çok daha kolay yerleşebiliyor. Böylece, medya üzerinde baskı kurmak ve onu sansürlemek de kolaylaşıyor. Makalede direkt olarak ülkenin en büyük iki sanayi grubu olan Koç’a ve Sabancı’ya gönderme yok, ama elbette sunulması engellenen tebliğ bir şekilde onları ve onlar gibi olanları eleştiriyor. 2002’den beri uygulanan neoliberal politikaların en büyük destekçileri olan Koç ve Sabancı gruplarından bugüne kadar ciddi bir AKP eleştirisi, dahil oldukları burjuva örgütlerinden de anlamlı bir itiraz duymuş değiliz. 2002’den beri burjuvazi ülkeye demokrasinin neoliberal politikalarla geleceğini ve iş dünyası elitlerinin de demokrasinin gerçek savunucuları olduklarını iddia ediyor. TESEV vesaire gibi sivil toplum kuruluşları da demokrasi sınıf mücadelesiyle gelmez, burjuvazinin katkısıyla gelir görüşünü dillendiriyor. Ve burjuvaziyi temsil eden tüm ekonomik, siyasal, sosyal, kültürel kurumlar Türkiye’de AKP’nin temsil ettiği siyasetin bizi daha demokratik, daha liberal, daha Avrupalı, daha çağdaş, daha sivil yapacağı görüşünü üretiyor. Bu yanlış görüşü destekleyen onca rapora, sanayici ve işadamlarının kurduğu örgütlere, onların desteklediği bilumum sivil toplum örgütlerinin düzenlediği konferanslara, seminerlere, yurt dışı gezilerine ve televizyonlarda ahkâm kesmelere rağmen sonuç ortada. Burjuvazinin demokrasiyi filan getireceği yok, tam tersine, onlar da destekledikleri otoriter siyaseti kendi kurdukları üniversitelere taşıyıp, değerli akademik çalışmaları sansürler hale gelmiş. Demokrasiye geçemeyiş sadece siyasal iktidarın suçu değil yani. Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim. 

Akademi ve medya eleştirisi
Akademi ve medya eleştirisinin düştüğü bu acıklı durum beni şahsen derinden yaralıyor. Çünkü Türkiye’de ilk anlamlı medya eleştirisi üniversiteden çıkmıştır ve ben de bir medya eleştirmeni olarak ilk çalışmalarımı bir üniversite çatısı altında yaptım. 90’ların sonu, 2000’lerin başında Türkiye’de medyanın ekonomi politiği ağır dille eleştirilebiliyor, haber metinleri incik cıncık edilerek anlayana ciddi dersler çıkartan analizler yazılabiliyordu. Üstelik bu eleştirilerin olumlu ve etkili sonuçları oldu. O zamanlar tabii AKP ülke medyasını total olarak kontrol altına alamamıştı. Yaptığımız eleştirilere en büyük müdahale ve kötülük Doğan medyanın kalemşorleriyle, birkaç kendini bilmez satılmış medya personelinden gelirdi. Oysa son zamanlarda akademi çatısı altında medyanın ekonomi politiğinin eleştirisi de türlü çeşitli yöntemlerle cezalandırılır olmuştu. Derslerimde öğrencilerime  “havuz medyası” kavramını anlattım diye beni Akit gazetesine şikâyet eden bir öğrencim oldu mesela. Bu yüzden hakkımda haber filan da yaptılardı hatta. Allah akıl fikir versin, o mühim değil. Ama başıma gelen bu olayı anlattığım deneyimli bir akademisyen büyüğümden “E, sen de derslerinde havuz medyası demeyiver canım” yanıtını aldığımda, benim için de deniz bitmişti. Ne akademi, ne medya, ne de medya eleştirisi sansürlenmemeli. Sadece hükümetler tarafından değil, işbirlikçi medya personeli ve akademisyen tarafından da. 

Acıklı haller
Demek ki neymiş? Burjuvazi otoriter iktidarları destekliyor. Onlar otoriter iktidarları destekledikçe, baskıcı rejimler medya üzerinde daha kolay kontrol sağlayabiliyor. Medya sahipliği rejimi değişiyor, sansür yaygınlaşıyor, gazeteciler daha rahat işten çıkartılabiliyor veya Türkiye örneğindeki gibi hapse atılabiliyor. Aynı burjuvazi, siyasal iktidarları ve medyayı her yönüyle araştırması, analiz etmesi gereken üniversiteler kuruyor. Bu üniversitelere okumuş etmiş aydın insanları hoca diye alıyor. Bu insanlar derslere girip çıkıyor, araştırma yapıyor, kitap yazıyor, makale yazıyor, konferanslara katılıyor. Ama iş siyasal iktidarı ve burjuvaziyi eleştirmeye gelince, akademik özgürlük orada bitiyor. “Hassas konulara” girince, akademisyene sansür geliyor. Sansürcü iktidarlarla, onun işbirlikçisi olan burjuvazinin ve medyanın nasıl bu hale geldiğini belgelemesi, tarihe not düşmesi gereken “liberal” akademinin gerçek yüzü, son dakikada konferans programından çıkartılan bir makaleyle ortaya dökülüveriyor.  

Ben bir de ben şunu anlamam: Koskoca holdingler, milyonlarca dolarlık bütçeleri yöneten üniversiteler, sansürün belgesini bir akademisyene yolladıklarında, o belgenin ertesi gün sosyal medyada yüzlerine çarpılabileceğinden, günümüz medya teknolojilerinin hızından ve etkisinden bihaberler. Yazdıkları özür mektubunda kullandıkları kibar ama sansürcü dilin ertesi gün tüm dünya üniversitelerindeki akademisyenler tarafından okunacağının ve kınanacağının hesabını yapmaktan acizler. Doğru düzgün bir medya danışmanları yok. Olay patlak verdikten sonra acil açıklama ve anlamlı bir özür yayınlayamayacak kadar kriz yönetiminden nasiplerini almamışlar. Bilmedikleri, tanımadıkları, hızlı operasyon gerçekleştiremedikleri sosyal medyayı kendilerine doğru düzgün anlatacak akademisyenlerin tebliğlerini de korkudan geri çeviriyorlar. Böylelikle, normalde 3-5 kişi arasında kalacak akademik bir konferansın içeriğinin ve okunmasından korktukları tebliğin milyonlarca kişi tarafından okunmasının yolunu açıyorlar. Büyük holding, büyük üniversite, özgür bilim, demokrasi filan derken insanın aklı şaşıyor. 

Son olarak, daha önce de barış imzacısı akademisyenlerin tebliğlerini konferans programlarından çıkartan korkak üniversiteleri protesto ettiğimiz gibi, Koç-Sabancı Üniversiteleri işbirliğiyle düzenlenen ve akademik özgürlüğü sansürleyen bu konferansın ve sansürcü konferans komitesinin protesto edilmesi, diğer katılımcıların da tebliğlerini acilen geri çekmesi gerektiğini düşünüyorum. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa