02 Temmuz 2017 00:55

Nereye ?

Nereye ?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Birbirleriyle bağlantısız görünen ancak her biri sıkça tekrarlanan, tekrarlandıkça hayatın normal akışı içinde kanıksanmaya başlandığı sanılan bazı gelişmeleri öylesine, sıradan bir akıl yürütmeyle değerlendiriyorum.

Değerlendiriyorum ve kendime soruyorum: Nereye?  

Gözlemlerimden gelişigüzel seçtiğim bir kaçını, gelişigüzel seçilmiş gözlemlerimi sıradan akıl yürütmeyle nasıl değerlendirdiğimi, sonrasında “n’oluyor ya! nereye gidiyoruz?” diye kendime sorduğumda soruya kendimden verdiğim yanıtı, olur da merak eden çıkar belki diye, dinleyenini bulamadığım için okunur umuduyla yazıya döktüm.

İşte, dinleyenini bulamadığım için seslendiremediğim, ancak okuyanı çıkar umuduyla yazıyla aktarmaya heveslendiğim düşünce kırıntılarım...

Ben hukuktan istifa ettim; kafamı hukuktan sıyırdım, hukuk ölçütünün yerini alan güç ölçütünün ölçü birimlerine ve gücün kullanılanı yok ediciliği yanı sıra kullananı yok eden karşı-güç yönüne taktım. Ölümü yok edici şiddetin gücü olarak kullananın karşısında ölmeyi gücün şiddet içermeyen birimi yönüyle kullanan kişi daha güçlü oluyor. Bir yürüyüş; adaletsizliğin, bilinçli üretilmiş yok edici dengesizliğindeki şiddete dayalı gücü karşısına vicdanın, soyutluğunu sanki bir somutluğa dönüştüren şiddetten arınmış gücünü dikiveriyor. Şiddete dayalı güç siyasileşirken şiddetten arınmış güç toplumsallaşıyor. Siyasi olan toplumsallığını yitiriyor, toplumsallaşan siyasi olmaya başlıyor. Şiddete dayalı ve iktidar kullanımlı güç, onun karşısında şiddetten arınmış ve iktidara karşı dik duranın kullandığı güç…Günlük yaşamda neredeyse sıradanlaşan bir laf yetiştirme; Akademik ünvan sahibi bir bilim insanı son dönemdeki belli uygulamaları tarih sırasına göre diziyor, sözcük yorum yapmaksızın okurun değerlendirmesine sunuyor (Baskın Oran’a selam olsun). Uygulamalardan sorumlu olan Bakan unvanlı iktidar mensubu uygulamaları değil uygulamaların tarih sırasına göre dizilerek okura aktarılmasını hakaret temelinde kurulan cümlelerle yorumluyor, hakaretle yetinmiyor, tehdit ediyor. Hangi unvan sahibinin gücü şiddete dayanıyor, hangi unvan sahibinin gücü şiddete dayanmıyor? Hangi unvan sahibinin gücü daha güçlü?

Bu düşüncelerin çelişkili fikir akıntılarında akıl yürütmeye çalışıyorum.

Hukuktan istifa etmeyenlerin bir bölümü bazı suçları işlediği ileri sürülenler tutuklanmazken (örneğin kadına, küçüklere karşı işlenen suçlar, muhalefette olanlara hakaret, onları öldürmekle tehdit suçu,  vb.) iktidara muhalif olanların (örneğin gazeteci, yazar, akademisyen, siyasetçi, belediye başkanı - eş başkanı vb.) hemen, anında tutuklanmalarına dikkati çekiyor, birincilerinin tutuklanmamalarını eleştiriyorlar. Yani, tutuklu yargılama olacaksa olsun, diyelim siyaset gereği buna katlanmak gerekiyor, bari herkes tutuklu yargılansın; tutuklu yargılama adaleti, yani tutuklamalardaki eşitlik toplumsal adalette dengeyi sağlayacak bir iç rahatlatıcı talebe dönüşme sürecine giriyor. Tutuklama nedenleri, somut olayda bu nedenlerin bulunmadığı kanıtlanmaya çalışıldıkça meşruiyet kazanıyor. Tutuklanma kader oluyor ve biz kaderde eş kaderliği savunuyoruz.

Hangileri olduğunu herkes bilir, üç ayrı rengin bir araya geldiği çiçek ya da bitki veya çiçek-bitki karışımı birlikteliğini; Gökkuşağının kendisi hariç, gökkuşağı renklerinin metro, tünel, köprü vb. gibi kamusal kullanımları aydınlatmasını; propaganda, övme, hissiyatı rencide etme, kabul edilmezi var sayma, olmazı olur kılmaya teşebbüs, duyguları tahrik, erkekliği erkek boyutları dışına itme, renklerle yerine göre terörizm, yerine göre örf ve adetlere gayri mugayir yorum katma vb. gibi yeni suç kategorileri ihdas ederek bertaraf etmek…Renklerin gücü ile renklerden renksizlik üretenlerin gücü; hangisi daha güçlü?

Dinleyici bulamadığım için seslendiremediğim ama yazıya döktüğüm düşünce kırıntılarının arasından kendime soruyorum: Nereye?

Yanıtı kendime göre veriyorum: 1945-1970’lere, yani çocukluğumla gençliğim arası yıllara dönüyoruz: O zamanlar da ‘suç işlediği ileri sürüleni tanıyanları tanıyanla konuşanlar suçlu sayılırlar, o suçlu sayılanları yargılayan yargıçlar suçlu hakkında değil kendileri hakkında karar verirlerdi (Ahmet Altan’a selam olsun)’; o zamanlar da renkler, şekiller sözcükler, o sözcüklerin geçtiği anlatımla tu kaka addedilirdi. Ama renklerin, şekillerin, sözcüklerin, o sözcüklerin kullanıldığı anlatımların gücü o günlerden günümüze hep bunları tu kaka addeden, addettiren iktidar mensupları ile  addedeni ve addettirenleri yere göğe sığdıramayan, öve öve bitiremeyen yazar, çizer, konuşur, anlatır, konferans verircilerin şiddete dayalı gücünden daha kalıcı olageldi. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa