Deve sidiği, Cumhuriyet davası
Artık televizyon izlemek mümkün değil. Haber vermek, memlekette olan biteni enine boyuna tartışmak riskli hale geldiği için kanallar, en çok izlenen yayın saatlerinde fizikötesi alemin meselelerine, sözüm ona ilahiyatçıların kulaklarına gaipten fısıldananlara, dünya hali yerine metafizik ahkamlara alan açmaya başladılar. Öte dünyalara dair bilgi olsa olsa spekülasyon olacağından herhangi bir yargının neye dayandığını kanıtlamaya gerek de yok. Ekran bilirkişisinin ‘bu böyledir’ demesi yeterli. Böylece alametler bağlamlarından soyutlanarak olguların, belirtiler neden sonuç ilişkilerinin yerini alırken, ekran başında oturanlara tekrarlaya tekrarlaya üretilen bilme yolu, bir analizin sonucu olarak gerçeğe ulaşmak değil, gerçekliğin önceden hazır tutulan bir yargıya nasıl uydurulacağı oluyor.
Deve sidiğinin bir kanalda sünnet ve şifa olduğunu söyleyen ilahiyatçının yol açtığı sansasyon bu bakımdan bir zirvedir. Ekranda kendisine “iç öyleyse” diye deve sidiği sunulması kadar da kolay yıkılıveren bir zihniyet evrenidir bu. Ancak böyle bir kafa yapısı ve düşünme biçimiyle her zaman bir kap deve sidiği ikramıyla baş etmek mümkün değil. Farklı bir sesin, rasyonel ifadelerin ekrana kapandığı yerde, aynı zamanda, toplumsal ilişkileri düzenleyen kural da giderek, siyasi bilirkişinin ‘Bu böyledir’ demesine ayarlandığı için televizyonda sadece yansımasına tanık olduğumuz süreç, hurafenin gündelik hayatı, hukuku, iç ve dış politikayı da kuşattığı bir nizama dönüştü. Bu nizamda gerçeğin, kanıtların, doğru bilginin bir ehemmiyeti yok.
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça için koskoca devlet bir kitapçık hazırlamış ve İngilizceye de çevirtmiş. Bu ikisinin örgüt mensubu olduğunu kanıtlamak için renklerden, baş bandajlarından, kına yakmaya kadar bir dizi alametten hareket edilmiş. Siz istediğiniz kadar ortaya savcılık belgeleri dökün, alamet simsarları, işimizi istiyoruz diye açlık grevinde eriyen bu insanların uhrevi ve gizli bir ajandası olduğuna kendi bildiği yerden şahitlik edecektir.
İstediğiniz kadar depremin tektonik bir olay olduğunu iddia edin, Bodrum’daki dejenerasyon alametlerinin yeri salladığını iddia edenler ve buna inananlar çıkacaktır. Sayıları da az buz değildir hani.
Pazartesi günü başlayan Cumhuriyet gazetesi davasında tutuklu gazeteciler için hazırlanan iddianamede de işaretler, ekran ilahiyatçısının kafasını ödünç alan savcının önceden oluşturduğu yargıya uydurulmuştur. ByLock kullanıcısı kişilerle irtibatta olduğu iddia edilen Kadri Gürsel’in ‘Bir kampanya kapsamında beni aradılar. Hiçbirine yanıt vermedim, aramalara dönmedim’ demesi gibi bir izahatın anlamı yoktur artık.
Bu iddianamenin satırları, rasyonel açıklamalar karşısında tutulduğu yerden dökülse, hukuk böyle metinlere iddianame adını yakıştırmasa, gerçeklik karşısında her bir iddia teker teker erise de biri ‘bu böyledir’ dediği için o, artık öyle olacaktır. Önemli olan suçu kanıtlamak değil de suça suçlu uydurmaksa gerçekler oradan kovulur.
Bu arada devlete FETÖ sızması gazetecilere gelen cevapsız çağrılarda, olmadık işaretlerde aranırken, geçtik ‘aldatılmış’ bürokrasinin FETÖ ile yakın temas hallerini, Sakarya valisinin başka bir tarikat mensuplarıyla poz vermesi kuru gürültü içinde es geçilecektir. Tabii ki musibetlerden ders çıkarmak için fizikötesi alemden çıkarak gerçek dünyaya intikal etmek ve neden sonuç ilişkileri içinde düşünmeyi öğrenmek gerekir. Ama bu, iktidarı ne olursa olsun sürdürebilmek için yanlış yapma ayrıcalığını, günün birinde nasılsa ‘aldatıldık’ özrüyle kendinde hak görme kibri sayesinde kaybedilmiş bir patikadır şimdi.
Ne diyorduk: Kendisi içmeyi reddederek deve sidiğini seyircilere reva görmek batıla ve hurafeye sapmış bir ilahiyatçının marifeti değildir sadece. Parmağa değil de parmağın gösterdiği yere bakarsak eğer, orada hurafe ve batılın para ettiği bir nizamın bütün akılcı yöntemleri devirerek yükselişe geçtiğini göreceğiz aslında. Bütün ‘alametler’ bu yönde iken o deve sidiği içilmeyecek öyleyse.
Evrensel'i Takip Et