26 Temmuz 2017 00:15

6-7 Eylül'den bugüne değişmeyen gerçek

6-7 Eylül'den bugüne değişmeyen gerçek

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Türkiye’de yalana dayalı haberciliğin tarihi çok eski. Belirli bir politik sonuç elde etmek üzere, çeşitli kurumlarla birlikte organize bir eylemin bir parçası olarak haberin kullanımı ise, “Düşmana yöneltilen suçlamaların kanıtlanması gerekmez” ilkesine dayanıyor. Bu tür bir habercilikte haber, ‘tanksız topsuz harekat’ hükmünde bir etkiyle harekete geçiriliyor.

1955 yılında gerçekleşen ‘6-7 Eylül olayları’ bunun yakın tarihimizdeki en çarpıcı örneklerindendir.

Türkiye ile Yunanistan arasındaki Kıbrıs geriliminin dorukta olduğu bir dönemde gerçekleşen ‘6-7 Eylül olayları’, bu dönemde Türkiye devletinin politikasının organize bir parçası olarak gerçekleşti.

Yunanistan’ın 1954’te Kıbrıs’a ‘kendi kaderini tayin hakkı’nın tanınması için BM’ye yaptığı başvuru kabul edilmeyip, EOKA Kıbrıs’ta eylemlere başladığında, Britanya, Türkiye ve Yunanistan’ı Londra’da üçlü bir konferansa davet etti. Taraflar 29 Ağustos 1955’te Londra’da buluşmak için sözleştiler ve I. Londra Konferansının 7 Eylül’e kadar sürmesi planlandı.

Türkiye’de de aylar önce, iktidardaki DP ile muhalefetteki CHP ve Osman Bölükbaşı’nın Cumhuriyetçi Millet Partisine mensup milletvekilleri, Rum aleyhtarlığını kışkırtacak önergelerini vermeye başlamıştı. Bu süreçte, Türkiye Milli Talebe Federasyonu (TMTF) ile Kıbrıs Türktür Cemiyeti (KTC) siyasilerin en büyük yardımcısıydı. KTC Başkanı, Hürriyet Gazetesi Yazarı, Avukat Hikmet Bil, 1952’de Adnan Menderes ve Fuad Köprülü’nün Atina ziyaretinde resmi heyete davet edilecek kadar iktidara yakındı. 

Başta İstanbul’da yayımlanan Hürriyet, Yeni Sabah ile İzmir’de yayımlanan Gece Postası olmak üzere tüm gazetelerde, hemen her gün, Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi ve Patrik Athenagoras aleyhine haberler çıkıyordu. 

16 Ağustos’ta KTC Başkanı Hikmet Bil, Kıbrıslı Türklerin Lideri Dr. Fazıl Küçük’ün “Adadaki Yunanlıların Türk azınlığa karşı katliam hazırlığı içinde olduğuna dair” mektubunu tüm şubelerine göndererek, üyelerinden “Londra ve Atina’nın korkacağı erkekçe bir ses çıkarmaya” davet etti. 
24 Ağustos’ta Adnan Menderes de, Liman Lokantasındaki yemekte, Yunanistan ve Kıbrıs aleyhine yaptığı sert konuşmasıyla sürecin adeta işaretini verdi. 

Gazetelerde üç Rum casususun yakalandığı haberi çıktı ve bir grup genç Taksim’de gövde gösterisi yaparak, üzerinde “Kıbrıs Türk’tür’” yazılı bir pankartı Patrikhane’ye bıraktı. Bir Rum genci dövüldü ve bazı Rum gazeteleri yakıldı. 

Ve 6 Eylül 1955 günü saat 11’de, İstanbul Radyosu, devletin ajansı Anadolu Ajansına dayanarak, Selanik’te Atatürk’ün doğduğu eve bombalı saldırı yapıldığı haberini verdi. Öğleden sonra, normal tirajı 20-30 bin olan İstanbul Ekspres gazetesi, haberi iki ayrı baskıyla kamuoyuna duyurdu. Gazete 300 bine yakın baskı yapmıştı.

Daha sonra bir yalan haber olduğu anlaşılan bu haberle, gazetenin ikinci baskısını yapmasından sonra İstiklal Caddesi’nde toplanan güruh, gayrimüslimlere ait işyerlerini taşlamaya başladı. Saat 18.00-20.00 arasında üniversite öğrencileri Taksim’e doğru yürüdüler. Giderek yayılan olaylarda saldırganlar halkı tahrik etmek için “Makarios’a ölüm!”, “Kıbrıs Türk’tür!” diye sloganlar atıyordu. 

Türkiye tarihine kara iki gün olarak geçen 6-7 Eylül 1955 olaylarında, İstanbul’da yaşayan Rumların ve gayrimüslimlerin ev ve işyerleri yağmalandı, yıkıldı ve canlarına kastedildi. 

Türk basınına göre 11 kişi ölmüş, yaralı sayısı resmi rakamlara göre 30, gayriresmi kaynaklara göre 300’ü bulmuştu. Tecavüze uğrayanların 200’ü aştığı sanılırken, resmi rakamlara göre 5 bin 300’ü aşkın, gayriresmi kaynaklara göre 7 bine yakın bina saldırıya uğramıştı.
Ve, 6-7 Eylül olduğu sırada Seferberlik Tetkik Kurulunda görevli olan Emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu, Gazeteci Fatih Güllapoğlu’ya verdiği röportajda “6-7 Eylül de bir özel harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi” demişti.

Bugün de, iktidarın batı ile ilişkilerinin 15 yıllık tarihi içindeki en kötü döneminden geçilirken, Türkiye’de tutuklanan hem Türkiye hem Alman vatandaşı Gazeteci Deniz Yücel, bizzat Cumhurbaşkanı tarafından ‘ajan’ olarak ilan edilirken iktidara yakın gazeteler tarafından da aynı ifadelerle manşetlere taşındı.

Ardından da Büyükada’da mesleki bir toplantı yapan aralarında, iktidarın hazırladığı etkili raporlardan rahatsız olduğu Uluslararası Af Örgütünün Türkiye Direktörü İdil Eser’in de bulunduğu hak savunucuları yapılan polis baskınının ardından tutuklandı. Ve günlerdir iktidara yakın gazetelere servis edilen haberlerin -sadece iktidar medyası böyle veriyor- 7 Temmuz’dan beri, ‘ajan’, ‘kaos’, ‘kalkışma hazırlığı’ gibi ifadelerle manşetlerden inmemesi akla ‘6-7 Eylül olayları’ndaki o organize devlet refleksini getiriyor.

Bugün yaşananlar, sonuçları ve şiddeti bakımından ‘6-7 Eylül olayları’ dönemindekine kıyasla daha düşük profilli belki, ama yüklenen siyasi anlam ve sürecin organize biçimde yürüme hali aynı aklın güncel versiyonu olarak karşımıza çıkıyor. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa