Medeni hukukta kara delik: Müftülere nikah yetkisi
Fotoğraf: Envato
“Yeni yasa evlilik koşullarını değiştirmiyor ki çocuk evliliklerin önünü açsın” diyorlar...
“Halkın gönlündeki beklentileri, bu değişikliğin alt yapısı niteliğindeki toplumsal ihtiyacı anlayalım” diyorlar...
“Konsolosların, belediye memurlarının, muhtarların kıydığı nikah sorunlu değilse müftülerin kıyacağı nikah niye sorunlu olsun” diyorlar.
Doğru. Yasa evlilik yaşını da, evliliğin gerçekleşmesini sağlayan koşulları da değiştirmiyor. Ama biz yasaların “yazıldığı gibi okunmadığını” biliyoruz. Yazıldığı gibi uygulanmadığını da...
Bu yeni yasa hamlesiyle evliliğe ilişkin koşullar ve evliliğin gerçekleşeceği hukuki zemin henüz değiştirilmedi. Ama din adamlarının resmi nikah kıyabilmesi toplumda din adamlarının aile hukukuna karışabilecek özneler haline getirilmesidir. Sosyolojik olarak “ha resmi nikah, ha dini nikah” algısının beslenmesidir. Uzun yılların mücadelesi ile elde edilen Medeni Hukukun alternatif hukuklarca delinmesinin önünü açmaktır. Din adamları eliyle uygulanacak “hukuka” cevaz vermektir.
Ki bunun için başka şeyler de hayata geçirilmişti. Din görevlilerini “aileyi irşat etmek için” sosyal çalışmacı haline getirdiğinizde, aile içindeki sorunların çözümünde “vaiz ve vaizelerden hizmet almak için” protokoller imzaladığınızda, “annelik” eğitimlerine, aile danışmanlıklarına profesyonel yetkinliklerinin nereden geldiği belli olmayan “hatip ve hatibeler” yerleştirdiğinizde zaten aileyi Medeni Hukukun eşitlik ilkesiyle değil, AKP’nin “fıtrat” anlayışıyla şekillendirmeye çalışıyorsunuzdur. “Bu değişikliğin alt yapısı olan toplumsal ihtiyacı” imal ediyorsunuzdur. İnanç kurallarının esas haline getirildiği bir toplumsal yaşamı “zorunlu” hale getiriyorsunuzdur. Bu kurallara uygun olmayan hukuk kurallarını “inançlara aykırı” bulmaya, çoklu hukuk talep etmeye azmettiriyorsunuzdur. Ve bunu devlet eliyle yapıyorsunuzdur!
Sadece bunlar değil, toplumsal yaşamı direkt şekillendiren devlet hizmetlerinde, örneğin eğitimde atılan her adım, “ama toplum böyle istiyor” diyebilecekleri bir “yeni dindar ve kindar nesil” kurmak üzere atılıyor. Ensar Vakfı’nı Milli Eğitimin göbeğine yerleştirmek, yetinmeyip vakfın elemanlarını devlet kasasından maaşlandırmak da adımlar arasında.
AKP hükümetinin din ve vicdan özgürlüğü adı altında tartışmaya açtığı “çoklu hukuk”, aslında seküler hukukun normlarının “bazen kabul edilmeyebileceğini” söylüyor topluma.
Her cemaatin kendi hukukunu uyguladığı zamanlar yaşadı insanlık elbette, hâlâ böyle ülkeler var. “Herkesin kendi hukukunu uygulaması” her inanışın, topluluğun, cemaatin kendi meşrebince insan ve toplum ilişkileri, buna uygun cezalandırma sistemleri tesis etmesi demektir. Bu inancın, topluluğun ya da cemaatin kadına ve erkeğe biçtiği roller, örneğin evlilik içi bir meselede çözümün bu rollere uygun biçimde sağlanmasını da beraberinde getirir. 12 yaş evlilik için uygun bir yaş olabilir bazılarının “hukukunda.” Aldatan kadının recm edilmesi, aldatan erkeğin ise para cezası ile kurtulması görülmeyen bir “cezalandırma” değil örneğin. Tecavüz suçlusu adamın kız kardeşine, tecavüze uğrayan kadının bir akrabasının tecavüz etmesi de bir cezalandırma yöntemi olarak çıkabiliyor karşımıza örneğin.
Nikah işlemleri için “dini hassasiyetler gözetilerek” hareket edilmesinin doğru olduğunu varsayalım. Peki yine aynı hassasiyetler nedeniyle örneğin evliliğin sonlandırılması sürecinin de inanca uygun bir biçimde yapılması savunulduğunda ne yapılacak? Örneğin Aile Mahkemelerine hangi eşin kusurlu olduğunu belirlemek ve evliliğin sonlandırılmasına karar vermek için yine din adamları mı yerleştirilecek?
Peki toplumun aynı hassasiyetleri nedeniyle, örneğin miras paylaşımı konusunun da inanca uygun bir biçimde yapılması savunulduğunda ne yapılacak?
Ütopik mi göründü bu sorular? Yok artık mı dediniz?
Niye ütopik olsun?
Toplumsal yaşamın ve aile yaşamının temel kurallarını içeren Medeni Hukuk “dini hassasiyetler” gözetilerek delinmeye başlamışsa, neden ütopik olsun?
Bugünün hukuk kurallarının, kanunların muhatapları arasında mücadele ve uzlaşma sonucu çıktığını, elbette eksiklikle malul olduğunu bilmez değiliz. Yüzyıllık bu mücadelenin “herkes için eşit uygulanacak” bir hukuk sistemi için olduğunu biliyoruz. Bugünkü kanunların “herkes için eşit uygulanan” kanunlar olmadığını da...
Talebimiz, bugün “herkes için eşitlik” sağlamaktan uzak kanunların kadınların ve kız çocuklarının ve elbette bütün toplumsal kesimlerin yaşamsal haklarını güvence altına alacak biçimde geliştirilmesi. Müftülere nikah yetkisi gibi hamlelerle “inancın ve kişisel teamüllerin ortak hukukun üstüne geçebileceğini” söyleyen, uzun erimde çoklu hukuku meşru gösterecek, eksiklikle malul yasal haklarımızı daha da geriye götürecek hamleleri ise asla kabul etmiyoruz!
- “Aileyi koruma” lafının altından yine nefret ve düşmanlık çıktı! 08 Ekim 2022 00:45
- Başörtüsü istismarında at başı gidenler 06 Ekim 2022 04:28
- Bizi kim öldürüyor? 05 Ekim 2022 05:18
- ‘Sözleşmeden vazgeçmiyoruz’ demek ‘Tek adam yönetimini tanımıyoruz’ demek 21 Temmuz 2022 05:00
- Beşikten mezara rehineliğin adı: Çocuk yoksulluğu 15 Nisan 2022 00:55
- Emma’dan Emine’ye... 10 Mart 2022 23:56
- Kadın dostu postunda emekçi kadın düşmanlığının şahikası: Farplas 18 Şubat 2022 01:20
- ‘Küçüğün rızası’ diyen Bakan çocukların nafakasına göz dikti 11 Şubat 2022 00:00
- Cezaevlerine göz kulak olmak, dillerimizi koparamasınlar diye dil olmak... 28 Ocak 2022 05:00
- 6. Yargı Paketi tehlikesi: Nafaka hakkına saldırıda somut adımlar 07 Ocak 2022 04:54
- Geçen hafta yoksulluktan, çaresizlikten yedi çocuk öldü 24 Aralık 2021 05:00
- Asgari ücreti kadınlara lüks haline getirenler 10 Aralık 2021 04:52