“Lütfen derin saygılarımı kabul edin”! Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği kurumsal yazışmaları, devlet başkanları, bakanlar, büyük elçilere hitaplı yazılarda bitirirken “en derin saygı” sunulması beklenen bir kural olarak tanımlanıyormuş. Bir üst yazıda karşıma çıkınca merak edip araştırdım, çünkü itiraf etmeliyim ki böyle bir derin saygı sunma hali ile ilk kez karşılaşmıştım. Mektup İngilizce, dolayısıyla ifade de “please accept my high consideration- lütfen saygılarımı kabul edin” olarak kullanılmış. Araştırınca gördüm ki, Dünya Sağlık Örgütü’nün yazışma kuralları ile ilgili bir eğitim modülü var ve yukarıda saydığım ve “dignitaries” olarak özetlenen “yüksek rütbeliler veya yüksek rütbeli devlet veya kilise adamları ya da devlet adamları” şeklinde tanımlanan kişilere yazarken beklenen bitirme cümlesi böyle olmalıymış. Küçük bir fark var “derin-high” yerine “en derin-highest” kullanılması öneriliyor. Kitaplığı karıştırıp 1970’li yıllardan İngilizce ders kitaplarımı buldum, “makale ve mektup yazımı” başlıklı kitabı çıkarıp baktım acaba aradan geçen 40 yılda yukarıdaki çok abartılı bulduğum ifade belleğimden uçup gitmiş olabilir mi diye. Saygılarımla bitirmenin iki türü dışında başka bir ağdalı ifadeye rastlayamadım. Daha resmi olanlarda ve isim kullanmadan genel bir hitapla yazıyorsak “faithfully-bağlılıkla (ki bu da biraz daha resmi bir içtenlik, dürüstlük anlamına geliyor)” isme yazıyorsak “sincerely-içtenlikle” dışında sözcük geçmiyor.

Acaba 1970’li yılların sosyal devlet algısının, sınıfsız sömürüsüz bir dünya hayalinin ve elbette devlete biat eden değil tam tersine devletten talep eden bir dönemin yazışmaları ile bugün muhafazakârlaşan dünyada sınıf ayrımının keskinleşmesi, devletin Leviathanlaşması arasındaki fark mı bu dili de şekillendirdi, diye düşünmeden edemedim.

Geçen hafta Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın işkence boyutuna ulaşan muayene süreçlerinde gözlediklerimi paylaşacağımı söyleyip, neden bir yazışma kuralı dizisine atladığımı merak etmişsinizdir. Oysa çok yakından ilişkisi var gözlediklerimle ve devlet tutumuyla. #NuriyeSemih diye ünleyen kim olursa olsun, şiddetle karşılaşıyor bildiğiniz gibi. Son olarak Berkin Elvan’ın annesi sevgili Gülsüm Elvan #NuriyeSemihYaşasın dediği için kolu kırılanlar arasına katıldı. Kolunu kopardıkları yetmeyip bir de üstüne kırdıkları sevgili Veli Saçılık ile açılışı yapmışlardı, ardından da peş peşe geldi kol kırmalar. Biat etmeyenin, en derin saygılarını sunmayanın devletin biçtiği tek tipe mahkûm edilmesi yeni devlet düzeninin görüntüsü olarak sunuluyor hepimize. 

Merakıma mazhar olan bu ifade de AİHM sürecinde Türkiye tarafından hukuki temsilcileri gibi davrandığım suçlamasını da araya sıkıştırdıkları yazışmaların saygıyla sunulduğu üst yazısında yer alıyordu. Onlarca hekimin defalarca aynı soruları sorduğu, aynı muayeneleri tekrar tekrar yaptığı, saatler süren hastane ziyaretlerinin kimi hekimlerce ne denli yıpratıcı ve yorucu olduğu fark edilip, daha özenli bir dille diğer meslektaşlarının verilerini kontrol ederek tekrardan kaçınması söz konusu olsa da, çoğunlukla biteviye tekrarlayan sorulara maruz kalmalarını önleyememek bir hekim olarak çok can yakıcı geldi bana.

Bir adli tıp uzmanı olarak farklı bir sonuca ulaşmam da kaçınılmazdı tabii ki. İlk muayene verileri yeterli olmasına ve bu bilgiler paylaşılmasına rağmen hem mahkeme hem de devlet yetkilileri daha da yorucu ve örseleyici olacağı bilinen ikinci muayenede ısrar ettiklerinde, küçülen bedende, kemikleri yerinde tutan bağlar ve kaslar eskisi kadar güçlü olmadığında kilometrelerce yolu gidecekleri araçta yol boyu tüm tümsek ve çukurları kemiklerinin en derininde hissedeceklerini bile bile, yani Birleşmiş Milletler’in “İşkenceye Karşı Sözleşme”sinde yer alan tanımdaki biçimiyle “kasıtlı” hareket ettiklerini, bu sürecin kendisinin şiddetli acı ve ıstırap oluşturacağını ve bir tür cezalandırma olarak kullanılacağını söylemesem olmazdı.

Acaba diyorum, ben de en derin saygılarımla sunsaydım, bir yararı olur muydu işkence tanısına ulaştığım raporumu? Sorun şu ki, insanların tümünün onurlu yaşamaları için mücadele eden bir insan hakları savunucusu olarak birilerine yalnızca üst düzey devlet görevlisi olduğu için saygı duymam olanaksız. Tam tersine, bana öğretmenlerim bizim vergilerimizle görev yapan insanlardan haklarımızı talep etmeyi, bunu da içtenlikle yapmayı öğrettiler. Değişen dünya insanlıktan yana iyiye gitmiyorsa eleştirmeyi, dönüştürmeyi de…

Ya boyun eğer, biat edersiniz, ya da bugün için belki kol kırılabilir. Ama bilesiniz ki yen içinde kalmaz, kalmaması için biz elimizden geleni yaparız!

EVRENSEL'İNMANŞETİ

101 milyarlık gasp

101 milyarlık gasp

Enflasyonla mücadele adı altında uygulanan Erdoğan-Şimşek programı, enflasyonu düşürmüyor ama ücret ve maaşları acımasızca ezmeye devam ediyor. DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı. “Enflasyonun nedeni ücret zamları” yalanının foyası da açığa çıktı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı.

Evrensel'i Takip Et