27 Eylül 2017 00:15

Kürt referandumunun aynasında habercilik dili

Kürt referandumunun aynasında habercilik dili

Fotoğraf: Envato

Paylaş

‘Bir gece ansızın gelebiliriz.’ 

Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ndeki referanduma dair önceki gün yapılan açıklamadaki bu cümle, dün Hürriyet, Milliyet, Türkiye, Akşam ve Sabah gazetelerinin manşetindeydi. Birçok gazete de benzer manşetlerle çıktı.

Referandum günü olan 25 Eylül’de atılan manşetlerde de, ortak bir tehdit tonu hakimdi. Kullanılan başlıklar farklı olsa da, sınırdaki TSK tankları ve birliklerini gösteren fotoğraflarla desteklenmiş aynı milliyetçi söylem son birkaç gündür Türkiye medyasının temel karakterini oluşturuyor.

Bu söylemin AKP döneminde başlamadığı biliniyor. Kökleri çok daha gerilere gidiyor. Bu söylem bu topraklardaki siyaset ve basın dilinde Ermeniler, Rumlar, Kürtler, Komünistler için çokça kullanıldı. 1990’ların ilk yarısından itibaren ise, ağırlıklı olarak Kürt sorunu etrafında kullanılıyor ve çeşitli güncel vesilelerle yeniden üretiliyor.

Bu habercilik dili, önemli çalışmalara da konu oldu. Deneyimli gazeteci Ragıp Duran’ın ilk baskısı 1996 yılında Patika tarafından yapılan “Apoletli Medya” adlı kitabı, militarist, milliyetçi söylemin Türkiye medyasının genlerine işlemiş özelliklerini deşifre eden bir çalışma olarak güncelliğini koruyor. Eminim Ragıp Duran, bu kitabının artık bir geçmiş dönem analizi olarak okunmasını çok isterdi. Ama yaşadığımız gelişmeler bu kitabı, akıllara kazınan adıyla birlikte her gün yeniden hatırlatıyor. 

Yrd. Doç. Dr. Esra Ercan Bilgiç’in, ‘Vatan, millet, reyting: televizyon haberlerinde milliyetçilik’ adıyla yayınlanan ve ilk baskısı Evrensel Basım Yayın tarafından 2008 yılında yapılan kitabı da, bu habercilik dilinin izini televizyon haberleri üzerinden sürüyor ve analiz ediyor. Kuşkusuz başka kitaplar da var. Ancak bu ikisi, ele aldıkları konuya dair titiz yaklaşımları bakımından benim ilk aklıma gelenler.

Yeniden Irak Bölgesel Yönetimi’ndeki referanduma dönersek, Türkiye medyasının bu konuda kullandığı tehditkar, milliyetçi ve militarist dil, birkaç boyutlu etkiye açık. İlki kuşkusuz, uzunca bir süredir Erdoğan liderliğindeki AKP iktidarının kutuplaştırıcı bir siyaset söylemi ile konumunu güçlendirme ya da en azından koruma hedefine bağlanıyor. ‘Milli’ bir söylem etrafında Meclisteki iki muhalefet partisi, gazeteciler, insan hakları savunucuları sürekli düşmanlaştırıcı söylemin nesnesi haline getirilirken, Türkiye’de, Erdoğan’a başkanlığın yolunu açan 16 Nisan referandumunda bazı Avrupa ülkelerine karşı kullanılan söylemler, bugün de, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ndeki referandum vesilesiyle kullanılıyor. İçeride ve dışarıdaki her yeni gelişme ‘tek adam’ın arkasında birleşmeye çağıran bir tehdit konseptinin malzemesi yapılıyor ve onun etrafında, farklı düşünenin hain ilan edildiği bir ‘milli’ siyaset söylemi kuruluyor. 

İkinci boyut olarak ise, Türkiye’de yaşayan Kürtlere ‘siz böyle bir şeyi aklınızın ucundan bile geçirmeyin’ denmiş olunuyor. Üçüncü boyut ise, kuşkusuz Irak Kürtlerine yönelik: ‘Referandum ısrarınızla hem bizim içimizdeki Kürtleri kışkırtmış oluyorsunuz, hem de bölgedeki tarihsel çıkarlarımız için risk oluşturuyorsunuz.’

Peki, Türkiye’de habercilik dili ve Mecliste tezkereye onay veren partilerin siyaset dili böyle işlerken, konunun gözardı edilen diğer ve aslında gerçek boyutları nasıl?

Hediye Levent, Evrensel’de dün yayınlanan ‘Erbil’den referandum notları’nda, oradaki gerçekliği şöyle aktarıyor: “25 Eylül sabahın ilk ışıkları ile birlikte oy verme merkezlerinin önünde insanların toplanmaya başladığı ve ‘kutlama havasında oy verme işlemlerinin’ yapıldığı görüntüler dikkat çekmeye başladı.”

Ve Levent, öncesinde itirazlarını sıralasa da Erbil ve Süleymaniye’de konuştuğu Kürtlerin konuyu “100 yıllık rüyamız” şeklinde noktaladığını hatırlatıyor. 

Bu yazı yazıldığında referandumda bağımsız Kürdistan yönünde oy kullananların oranı yüzde 93 civarındaydı.

Türkiye’deki Kürtlerin de, bir ucu sınırın diğer tarafındaki Kürtlere bir ucu da kendilerine bağlanan bu milliyetçi, militarist söylemlerden rahatsızlık duymaması mümkün değil.

Bu arada, dünyanın başka yerlerinde yaşayan Türklerin taleplerinin Türkiye’deki devlet ve medya söyleminde nasıl kutsandığı da unutulmasın.

Ve şu da çok iyi biliniyor ki, eğer Türkiye’de Kürt sorunu şu an devlet, iktidar ve muhalefetin bilinen kesimleri tarafından bu biçimde ele alınmak yerine anayasal bir güvence altında, demokratik bir anlayışla çözülmüş olsaydı, Irak Kürdistan Bölgesi’ndeki referanduma da bugünkü gibi yaklaşılmayacaktı.

Gerçeğin milliyetçi söylemlerle maniple edilmesinin asıl kurbanının da halklar olduğu açık. Ve soralım, Türkiye’de milyonlarca Kürdün varlığı ve hem Irak, hem de Suriye’deki Kürt gerçekliği karşısında sürekli tetikte yaşamaya koşullanan Türkler, böyle bir siyasetle huzur bulabilir mi?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa