Artık düşünmeyin
12 Eylül’ün en önemli icraatlarından biri de ülkenin Yüksek Öğretim sistemini alt üst etmek olmuştu. Sonradan orasından burasından değiştirilmiş olsa da Yüksek Öğretim Kanunu (YÖK) ve bu kanunu yürüten kurum, devletin ve tabi ki o dönemde devleti yönetenlerin üniversiteler üzerindeki sopası olmuş, hoşa gitmeyen (?) öğretim üyeleri kapıya konmuş, hoşa gitmeyen öğrenciler zorla hoşa gidecek kılığa sokulmuştu.
Kanun üniversitelere bazı olmazsa olmaz temel görev yüklüyordu. Bunların başında öğrenci yetiştirmek, hemen devamında bilimsel araştırma yapmak vardı. Yasanın “Amaç” maddesi “ATATÜRK İnkılapları ve ilkeleri doğrultusunda ATATÜRK milliyetçiliğine bağlı, Türk milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini taşıyan, Türk olmanın şeref ve mutluluğunu duyan” diye başlıyor, “Yüksek düzeyde bilimsel çalışma ve araştırma yapmak, bilgi ve teknoloji üretmek, bilim verilerini yaymak, ulusal alanda gelişme ve kalkınmaya destek olmak, yurt içi ve yurt dışı kurumlarla işbirliği yapmak suretiyle bilim dünyasının seçkin bir üyesi haline gelmek, evrensel ve çağdaş gelişmeye katkıda bulunmaktır” cümlesiyle bitiyordu.
Bu maddeler yasadaki yerini halen koruyor ama sahadaki durum ne? Şimdi üniversiteler “Yabancı öğrenci sayıları” ile övünüyorlar. Peki “Amaç”ların ilk maddesini, yani “…Türk olmanın şerefini duyan... Atatürk milliyetçiliğine bağlı...” maddesini Suriyeli, Nijeryalı, Sudanlı, Kazakistanlı, Mynmarlı yabancı öğrencilere nasıl uyguladık? Üniversite kapılarında “İkna odalarını” bu amaçlar doğrultusunda nasıl kurduk. Sovyetler yıkılınca ağabeylik(?) yapıp Orta Asya’dan Türkiye’ye getirip okuttuğumuz Türkmenistan, Kırgızistanlı öğrencilere ne oldu?
Ama şimdi daha ciddi bir sorunla karşı karşıyayız. “Amaç”ın son maddesine, yani “…yüksek düzeyde bilimsel çalışma ve araştırma yapmak...” maddesine devlet eliyle ayrımcılık getirildi. İçlerinde Gazi, Erciyes, İstanbul Üniversitelerinin de olduğu 10 üniversite Cumhurbaşkanımız tarafından “Araştırma Üniversitesi” olarak açıklandı. İçlerinde Çukurova, Selçuk, Uludağ üniversitelerinin olduğu 6 üniversite yedek (?) araştırma üniversitesi olarak ayrıldı.
Şimdi, asıl veya yedek, araştırma üniversitesi olarak belirlenmemiş üniversitelerin, yöneticilerini bilmem ama öğretim üyelerinde, öğrencilerinde “İkinci sınıf üniversite” olma duygusu oluşabilir. Üniversitelerini aşağıdan, bilim kurullarından, bölüm kurullarından, fakülte kurullarından gelen kararlar doğrultusunda değil yukarıdan gelen emirler doğrultusunda yönetmeyi tercih eden, idari görev sonrasında milletvekilliği hayalleri kuran “Seçilmeyen Üniversitelerin” yöneticileri cübbelerini önlerine koyup, dünyevi hırslarından arınıp, sınavla gelen bizim öğrencilerle birlikte sınavsız gelen yabancı öğrencileri bir sınıfa doldurup mühendis olarak yetiştirmeye çabalayan, “Bu iş böyle olmaz” demelerine rağmen tepeden gelen emirle günde 6 saat derse girmek zorunda kalan öğretim üyelerini suçlama kolaycılığına kaçmadan, günlerce düşünmelidirler.
Dağ başına üniversite açıp, öğretim üyesi olmadan öğrenci dolduran, ülkelerinden kaçmak zorunda kalan lise öğrenimi bile alamamış Suriyelileri bu okullara sınavsız doldurup onların da hayallerini istismar eden, sonra da devasa öğrenci sayılarıyla boğuşmaktan araştırma yapmaya zaman bulamayan üniversiteleri “Araştırma yapamaz” olarak ilan eden, 2 yılda bir “Bu sistem yanlışmış” diyen devlet yöneticileri bin kere düşünmelidirler.
Ya da düşünme işini düşünmeyi bilenlere bırakmalıdırlar.
Evrensel'i Takip Et