01 Ekim 2017 00:15

İfade özgürlüğünü kısıtlamanın maliyeti

İfade özgürlüğünü kısıtlamanın maliyeti

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Columbia Üniversitesine bağlı Knight First Amendment Institute web sitesinde bu ay aynı üniversitenin hukuk fakültesi profesörlerinden Tim Wu’nun “Is the First Amendment Obsolete?” (ABD Anayasası’nın ifade özgürlüğünü koruyan ilk değişiklik maddesi hükmünü yitirdi mi?) başlıklı bir makalesi epey tartışma yarattı. İfade özgürlüğünü hedef alan yeni tehditler tartışma serisi altında yayımlanan makalede Wu, First Amendment’ın yeni gelişen teknolojiler karşında ifade özgürlüğünü koruma konusunda yetersiz kaldığını savunuyor.  Wu’ya göre artık ifadenin kendisi bir sansür aracına dönüşmüş durumda ve bu yeni sansür biçimi doğrudan düşüncesini ifade edeni değil, onu izleyenleri/dinleyenleri hedef alıyor çünkü okuyucu/izleyici ilgisini cezbetmek ya da yönlendirmek doğrudan konuşanı cezalandırmaktan daha etkili. Bir başka deyişle hükümetler kendilerini eleştiren, hoşlarına gitmeyen sesleri kısmaktansa onların dinlenmesini engelleyici yollara başvuruyorlar. Böylece ifade özgürlüğünü kısıtlayan olma maliyetinden de kurtuluyorlar. 

Wu, ifadenin bir silah olarak kullanılması yöntemlerini, desteklediği trol ordusu vasıtasıyla özellikle sosyal medya olanaklarıyla eleştirel seslerin taciz edilmesi, çarpıtılmış ya da tamamen yanlış bilgilerin bot hesapların da devreye sokulması yoluyla yayılması olarak sıralıyor. First Amendment siyasetçileri ve dolayısıyla gazetecileri hükümetin doğrudan baskısından koruma amacıyla yapıldı, uzun yıllar da işlevini yerine getirdi ancak bugün diyor Wu, hükümetler bunu kötüye kullanarak başka türlü sansür uygular hale geldi. Bu tehditlerin bu kadar etkili olmasında sorumluluk sahibi olan diğer ayak ise Twitter, Facebook gibi sosyal medya platformları. Bunlar teknoloji şirketleri, ortaya çıkma amaçları bu olmasa da bugün medyanın bir parçası haline geldiler ancak medyaya yüklenen sorumlulukların hiçbirini taşımıyorlar. Ayrıca iş modellerini kullanıcıların ilgi alanlarını takip etmek üzerinde kurdukları için, Wu bunu “ilgi endüstrisi” olarak adlandırıyor, uyguladıkları filtreleme yöntemleriyle insanların doğru bilgiye erişimlerini zorlaştırıyorlar. Lawrence Lessig’e referansla sansürün geleceği ve bilginin kontrolü bu sosyal ağlar ve uygulamalar yoluyla inşa ediliyor. Bu sosyal ağlarda ayrıca açık bir şekilde olmamakla birlikte hükümetler tarafından beslenen trol orduları barınıyor. Her türlü eleştiri karşısında hızla harekete geçip konuşanı susturmak, sindirmek için yoğun çaba sarf ediyorlar. Ölüm tehditleri, hakaretler, özellikle kadın gazetecileri hedef alan tecavüz tehditleri en yaygın yöntemler. Pek çok gazeteci bu nedenle en azından bir süre hesabını kapatmak durumunda kalıyor. Bu bildiğiniz üzere Türkiye’de de çok yaygın bir pratik. 

Diğer yöntem yani çok sayıda çarpıtılmış ya da sahte bilginin yayılması da yine uluslararası alanda hızla benimsenmiş durumda. Çin’deki internet sansürü konusunda yapılmakta olan bir araştırmaya değinen Wu, sanılanın aksine Çin hükümetinin insanları doğrudan cezalandırmak yerine platformu kendi ürettiği bilgiye boğmayı daha fazla tercih ettiğini söylüyor. Ortada sansür, cezalandırma gibi tartışmalar olur da Türkiye’nin adı geçmez mi, Wu, Zeynep Tüfekçi’ye referansla benzer stratejinin Türkiye hükümeti tarafından da yaygın biçimde kullanıldığını belirtiyor. Öyle ki insanlar bir olay üzerine boca edilen onca sahte bilgi arasında neye inanacaklarını şaşırır hale geliyorlar diyor Tüfekçi. En yakın örneklerinden biri Büyükada’da tutuklanan hak savunucuları, haklarında onlarca yalan yanlış bilgi yayıldı, oysa kendilerine yönelik suçlamalarda bunların hiçbirine dair kanıt yok. Bu bilgiler yalnızca gerçek kullanıcılar değil bot hesap denilen sahte hesaplar yoluyla da geniş kitlelere ulaşıyor. Araştırmacıların tahminine göre Twitter’da 48 milyon bot hesap, Facebook’ta 67.65 milyonla 137.76 milyon arası sahte hesap var.

Albayrak’ın hack’lenen mailleri ve Barbra Streisand etkisi

Ne yapmak gerek kısmına gelince Wu’nun önerileri arasında First Amendment’ın düşünce özgürlüğünü koruma mantığını değiştirmek, başkan veya hükümet yetkililerinin düşünce özgürlüğüne tehdit oluşturacak bu tür girişimlere destek verdiğinin ya da cesaretlendirdiğinin tespit edilmesi halinde onları sorumlu tutmak, bu tür tehditlere dahil olan trolleri cezalandırmak, sosyal medya platformlarını birer devlet aktörü (state actor) olarak tanımlamak ve içeriklerini denetlemeye zorlamak var. Bunlar tartışmalı öneriler elbette, somut bir illiyet bağı nasıl kurulacak, düşünce özgürlüğünün önünü açmak hedeflenirken yeni sınırlamalara yol açılabilir mi ya da sosyal medya platformlarına yüklenecek bu denli bir sorumluluk sansürü artırmaz mı? Bunlar cevaplanmaya muhtaş sorular.

Diyeceksiniz ki Türkiye’de hükümet eleştirel sesleri doğrudan soruşturma açarak, gözaltına alarak ve tutuklayarak zaten cezalandırıyor. Sansürcü gibi görünmekten rahatsızlık duymuyır. Haklısınız ancak bunun da bir maliyeti var. Düşünce özgürlüğüne yönelik artan ve değişen tehditler yarın uluslararası düzenlemelerde de yerini alacaktır. Yani tehditler arttıkça mücadele yöntemleri de çeşitleniyor. Bir başka maliyetse şu, bu tür doğrudan cezalandırmalar aslında Barbra Streisand etkisi yaratıyor. Avukatı Streisand’ın sahil kenarındaki evinin havadan çekilmiş görüntülerini kaldırtmak için çaba sarfederken yüzbinlerce insanın bu fotoğrafları görmesine ve indirmesine sebep olur. Tıpkı Erdoğan’ın ülkede tutuklu gazeteci yok dediğinde uluslararası kamuoyunun bu konuya daha fazla ilgi göstermesi, hatta tutuklu ya da ülkesin terketmek zorunda kalan gazetecileri, yazarları ödüllendirmesi gibi. Hükümet Can Dündar için kırmızı bülten talebinde bulunurken Dündar Nobel Barış ödülüne aday gösterildi biliyorsunuz.

24 Ekim’de Berat Albayrak’ın RedHack tarafından hack’lenen, herkesin erişimine açılan maillerini kamu yararı çerçevesinde haberleştirdikleri için üçü (Tunca Öğreten, Mahir Kanaat, Ömer Çelik) 257 gündür tutuklu, altı gazetecinin yargılanacağı duruşma var. İddianamede Berat Albayrak’ın adı geçmiyor, gazeteciler alakasız biçimde örgüte yardım ettikleri, propaganda yaptıkları gerekçesiyle yargılanıyor. Hatırlarsanız Enerji Bakanı Albayrak bu konu hakkında hiç konuşmadı. Ancak geçtiğimiz hafta duruşmaya müdahil olduğunu öğrendik. Bu da demektir ki gazeteciliğin yargılanmasının yanında haberlere konu olan yolsuzluk iddiaları da yeniden gündem olacak. Amerika’da süregiden davanın yarattığı rahatsızlık düşünülürse hükümetin yeniden bu konuların konuşulmasından hiç hoşlanmayacağını tahmin etmek zor değil.
Bilgiyi kontrol altına almak, manipüle etmek, bunun için kaynakları ve çevreyi kullanmanın henüz yasal bir karşılığı yok ancak Tim Wu’nun makalesinde defalarca tekrar ettiği üzere ifade özgürlüğünü sınırlamanın, konuşanı cezalandırmanın, hapse atmanın hükümetlere ciddi maliyetleri var. 169 gazetecinin cezavinde olduğu bu günlerde AKP Hükümeti bu bedeli giderek ağırlaşan biçimde ödeyecek gibi görünüyor, öyle “AİHM’e gitsinler cezası neyse öderiz”le kalmayabilir. Bu konuya devam edeceğiz…

*Makaleye ve tartışmalara ulaşmak için: Tim Wu, “Is the First Amendment Obsolete?” https://knightcolumbia.org/content/tim-wu-first-amendment-obsolete

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa