Yedi günün ikisinde Muğla’ dayım.
Orada, daha önce yazdım sanıyorum, bir müze yapıyorum.
Müze bizim müzemiz olacak. Gezginlerden, yabancılardan önce bizim için olacak. Yediden yetmişe… Bu nedenle’ bizim müzemiz’ diyorum:
Anadolu’ ya bütün geçmişiyle “sahip” çıkan…
Bu müze, kentin içinde olacak.
Yaya, bisikletli ulaşması kolay olacak.
Bölge müzesi niteliği ile çevresi, ili üzerine de bilgi verecek. Oralara nasıl ulaşılır gösterecek.
Dünü bu güne bağlayacak…
Yalan söylemeyecek…
Halk bilimi bölümleri olacak… Çocuklarımıza yörelerinin yeşili, ağacı, çiçeği (bitki varlığı) üzerine bilgi vermekle kalmayacak… Onları dikili, canlı olarak, Türkçe adları ile tanıtacak. Hayvanlarını da…
Tasarım bitti bile! Yakında uygulaması başlayacak…
Yapı gereçleri de yerli. Muğla’ nın mermeri, yörede ulaşılabilen yapım yöntemi…
Bütün bunlar Muğla’ ya yaraşır, yaraşıyor.
Muğla, kendi değerlerinin bilincinde çünkü…
Aş evlerinde yörenin kendi yemeklerini bulabiliyorsunuz.
Muğla tarhanası (çorbadan çok yemek sanabilirsiniz), patlıcan yağlama, taze topan patlıcan dolması, keşkek…
Hepsini sayıp dökmeyeceğim… Ayrıca beceremem… Ben de usul usul deniyorum. Pişirmesini bile doğru dürüst bilmediğimiz biftek şu bu yerine, Muğla köftesi gibi değişik et yemekleri...
Kuşaklar öncesinin Muğla evlerini de yaşar durumda görebiliyorsunuz.
Muğla, yakasını ‘vahşi kapitalizm’ e pek de kaptırmamış sayılır bir bakıma…
Yapılar sizi ezmiyor. Eski dokusu sağlıklı duruyor.
Ufak tefek, giderek daha kabaca onarımlar için (dam aktarılması, saçak, kapı, pencere onarımları ) ustaları yakında bulabiliyorsunuz.
Motorlu taşıtları daha insanca sürüyorlar. (Bir de şu motorlar elektrikli olsalar…)
Kuş seslerini duyabiliyorsunuz.
Çevreniz yaşamanızı zorlaştırmıyor, kolaylaştırıyor…
Ayakkabınız, saatiniz için,
“At artık bunu ağabey!”
Demiyorlar da onarıveriyorlar.
Ben, ayakkabılarını bir –iki onarımdan geçmeden atmayan bir kuşaktan olduğum için hoşuma gidiyor bütün bunlar.
Daha önce yazılarımdan birinde değinmiştim:
“Yavaş kent” dediklerinden daha çok “Yaşanası Kent” Muğla…
Bir de üniversitesi kentin yanında “getto” olmak yerine ona karışmayı, kaynaşmayı bilse…
Bütün öteki kentlerimize, üniversitelerimize örnek olsa… Yetiştirdikleri gençler kendi insanlarının yanında, içinde olabilseler… İnanın Türkiye kalkınmakta hızlanır. Yitirdiği çağları geri almağa başlar.
Evrensel'i Takip Et