Birlik-bütünlük silahla mı sağlanır; zam ve vergiler 'savunma' için mi?
Fotoğraf: Envato
Hükümet orta vadeli programını (OVP) açıklarken, vergi ve zam hedeflerini de açıkladı. Motorlu taşıtlar vergisinden, (MTV) ücret ve maaşla çalışanlardan üçüncü vergi diliminden ücret ve maaş alanların, vergi kesintilerinin yüzde 27’den 30’a çıkarılması gazlı içeceklere ÖTV’den sigara kağıdına zamma kadar yeni vergi ve zamlar getirildi.
Zamlara ve vergilerin artırılmasına karşı tepkiler yoğunlaşınca Hükümet ve onun ekonomiden sorumlu bakanları, “Biz bu zamları artan savunma giderlerini karşılamak için yapıyoruz. Bölgedeki jeopolitik riskler bizi yeni silahlar almaya zorluyor...” diyerek zamları ve kendilerini savundular.
Böylece vergi artırımı ve zamlara karşı oluşan tepkileri püskürteceklerini umdular. Çünkü, son yıllarda artan biçimde ırkçılık, milliyetçilik, cihatçılık, şehitlik, gazilik...üstünden yapılan propagandanın halkın bilincini yeterince körelttiğini düşünüyorlardı.
Doğrusu haksız da sayılmazlardı. Çünkü son yıllarda Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere hükümet ve AKP propagandası; Türkiye’yi “Etrafı düşmanlarla çevrili, yedi düvelle savaş içinde olan. Bin yıldır aynı düşmana karşı savaşan ve kıyamete kadar da savaşacak olan bir ülke” olarak tarif ederek, silahlanmanın ve militarizmin yüceltilmesi için ciddi bir temel oluşturdular.
HALKIN MİLLİ SAVUNMA HASSASİYETİ HEP İSTİSMAR EDİLMİŞTİR!
Elbette Türkiye’de militarizm, silahlanma, şu düşmanla bu düşmanla savaş...üstünden halkta oluşturulan asker ve dış düşmanlara karşı silahlanma “hassasiyeti” istismar edilmiş; bunun için askeri harcamalar artırılmıştır; bu amaçla vergiler ve zamların halk tarafından tepkiyle karşılanması önemli ölçüde engellenmiştir. Nitekim 12 Eylül cuntası, Mehmetçik Vakfı ve çeşitli adlar altında vakıflar, holdingler (OYAK gibi) oluşturarak, bütçe dışında denetiminin de askerlerde olduğu “paralel bütçeler” oluşturmuştur.
Ama hiçbir dönemde militarizm, askeri harcamalar bugünkü kadar kutsanmamış, bugünkü kadar sistemli bir biçimde kamuoyunun bilincinin köreltilmesi için kullanılmamıştır. Bu alandaki propagandanın halkı yeterince etkilediği düşüncesine varmış olmalılar ki, zam ve vergilerdeki artışın gerekçesi olarak, “silahlanma harcamaları” gösterilmiş; “Ey millet daha ağır silahlara ihtiyacımız var nasırlı eller cebe” denilerek zam ve vergilere karşı tepkilerin püskürtüleceği hesap edilmektedir.
Burada iki soru ortaya çıkmaktadır:
1- Ülkeler bağımsızlıklarını, birlik-bütünlüklerini daha çok silahlanarak, daha çok ülkeye karşı savaş açarak, askeri güç gösterisi yaparak sağlayabilir mi?
2- Silah alımları sınırlara asker yığılması, başka ülkelerin topraklarında askeri harekatlar yürütmek “milli güvenlik” ve “yurt savunması” amaçlıdır; yoksa saldırı silahları edinilmek mi istenmektedir?
ÜLKELER BİRLİK-BÜTÜNLÜKLERİNİ DAHA ÇOK SİLAHLANARAK SAĞLAYABİLİR Mİ?
Belki eski çağlarda bu sorunun yanıtına kısmen de olsa “evet” denebilirdi, ama günümüzde ülkelerin birlik ve bütünlüklerini; silahlanarak, askeri gücünü ve polis gücünü artırarak, her vatandaşın başına bir polis, sınırlarının her kilometresine karakol yapsa bile sağlayamayacağı sayısız örnekle ortadadır. Çünkü, günümüzde bir yandan ülkelerin içindeki, dini (mezhebi) ve etnik farklılıkların giderilmesi için özgürlüklerin ve demokrasinin geliştirilmesi, sınıflar arasındaki eşitsizliklerin azaltılması, işçilerin, emekçilerin gelecek güvencesi ve bütünlüğünün şartı olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Eğer ülkedeki farklı etnik ve mezhebi gruplar, siyasi yoğunluklar, “kutuplaşmış”, “normal koşullarda üstlerine düşen görevleri yapamaz” hale gelmişlerse ve birbirine karşı mevzilenmişse, emekçi sınıflar yaşama ve çalışma koşullarından hoşnutsuzsa, kadınlar, gençlik gelecek kaygısı içindeyse, adaletsizlik, özgürlük yokluğu, her vatandaşı boğacak biçimde yoğunlaşmışsa hiçbir silah, hiçbir askeri güç ülkedeki birlik ve bütünlüğü sürgit sağlayamaz. Onun için akıllı yönetimler; silahtan çok, toplum içindeki eşitsizlikleri ortadan kaldırmak, demokrasi ve özgürlükleri geliştirerek, eğitim, sağlık, ulaşım, gibi temel hizmetleri iyileştirerek, ellerindeki imkanların da silah alımı ve askeri beslemeyi artırarak değil ama halkın refahını artırıcı alanlara yatırarak sağlamayı amaçlamışlardır. Ve bu tür bir birlik-bütünlükler çok daha kalıcı olmuşlardır.
TÜRKİYE SAVUNMA SİLAHLARI MI ALIYOR?
Egemen sınıflar, silahlanmayı halkın gözünde de meşrulaştırmak için alınan silahların “savunma amaçlı” olduğunu iddia edegelmişlerdir.
Türkiye’de de yakın zamana kadar silahlanmanın dışardan gelecek sızmalara ya da açık saldırılara karşı ülkeyi savunmak için alındığı propagandası yapılmaktaydı. Ancak bir zamandan beri; yeni Osmanlıcı propagandanın yükselmesine paralel olarak, “milli güvenliğimizin sırları sınırlarımızın ötesinde başlar”, “Lozan’ı rızamızla kabul etmedik” gibi iddialarla, bölgede yayılmayı ifade eden bir propaganda sürdürülüyordu. Örneğin Katar ve Somali’de askeri üsler açarak, “Artık Türkiye’nin kendi uçak gemisini yapması gerektiği” gündeme getirilerek, “savunma” değil saldırının gerektiği bir aşamaya gelindiği iddiası öne çıkarılıyordu.
Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan, dün Afyon’da yapılan AKP toplantısında; “Sadece savunma gücümüzü değil taarruz gücümüzü de artırmamız gerekiyor”, “Kendi topraklarımız üstünde operasyona izin vermediğimiz gibi komşu ülkelerin toprak bütünlüğünün bozulmasına da izin vermeyeceğiz”, “Ne kadar güçlüysen o kadar özgürsün” diyerek, bir yandan silahlanmanın aslında savunma için değil, başka ülkelerde askeri harekatlar yürütmek ve içeride de güç olmayı askeri olarak güçlü olmaya indirgeyerek, “savunma harcamaları” derken “Saldırı silahları almayı” kastettiklerini açıkça ifade etmiştir.
CİHATİST BATAKLIĞA MARŞLARLA GİDENLERE İKİ SORU!
Türkiye-İran-Rusya arasında Astana görüşmelerinde oluşturulan “mutabakat” çerçevesinde “İdlib bölgesindeki çatışmaları durdurmak” amaçlı askeri operasyon dün başladı.
Astana’da varılan anlaşmaya göre, her üç ülke de 500 dolayında askerle İdlib’deki “ateşkesi” kontrol edecekti.
Operasyonun başladığını Afyon’da partisinin toplantısında yaptığı konuşmada Cumhurbaşkanı duyurdu.
Gazetecilerin, “Operasyonda bir toprak kontrolü olup olmayacağı” sorusuna, “Boksta yumruk sayılmaz”; yine gazetecilerin; harekat alanı konusundaki sorularına da Cumhurbaşkanı; “İdlib’in içi bizim dışı Rusya’nın kontrolünde olacak” diyerek “ucu açık” yanıtlar verdi!
“Ucu açık” açıklamaların; aslında kamuoyunda bilinç bulanıklığını artırmak için kullanıldığını artık biliyoruz. Bu yüzden de Cumhurbaşkanı böyle söylerken, muhtemel gelişmelerin her birini “Bak biz böyle istediğimiz için bunlar oluyor” diyebilmek için böyle ucu açık yanıtlar verdiğini söylemek yanlış olmaz.
Ne var ki; söylenenlerin “ucu” ne kadar “açık” olursa olsun; bugünden itibaren şu iki sorunun yanıtının çok önem kazanacağını söylemek yanlış olmaz:
1- Türkiye’nin, pek çok cihatist terörist grubun cirit attığı İdlib’in en çatışmalı bölgesinde görev üslenmesi, Rusya’nın Suriye’de çok başarılı olarak yürüttüğü, “Ateşi maşayla tutma” taktiğinin bir sonucu mudur?
2- Diyelim ki, görevde Türkiye çok başarılı oldu ve bu cihatist grupları askeri güç kullanarak ya da ikna ederek silahtan arınmaya ve teslim olmaya ikna etti; bu cihatist gruplar nerede, nasıl iskan edilecektir; örneğin bunlar Türkiye’de ikamet etmeye mi zorlanacaktır? Ki, ilk akla gelen bu grupların militanlarının Türkiye’ye getirileceğidir.
İki sorunun da görünür yanıtı; bu harekatın gerek can kayıpları gerek ekonomik, gerekse iç ve dış politikada büyük kayıplara yol açacağı biçimindedir.
Yani; AKP propagandası ve milliyetçi odaklar büyük bir hevesle “İdlib’e gidiyoruz” marşları söylüyorlar ama bu gidişin ya sonuçlarının farkında değiller ya da çaresizlikten gözleri kararmıştır!
- Yığınların siyasete müdahalesi için... 19 Ocak 2025 04:46
- 2025 yılı emek yılı olacağını gösteren önemli işaretlerle başladı 12 Ocak 2025 04:53
- Tartışmalar "Sadece Türkiye’nin Kürt sorununun demokratik çözümü" kapsamını aşıyor 05 Ocak 2025 04:58
- 2025'in emek, barış ve özgürlük yılı olması dileği ile... 31 Aralık 2024 06:59
- Ülkemiz işçi emekçileri 2025'i emek yılı yapacak güce ve deneyime sahiptir! 28 Aralık 2024 06:16
- Asgari ücretli işçinin grev hakkıyla da donatılmış yeni bir mekanizma talebiyle mücadeleye! 24 Aralık 2024 16:44
- Son iki haftada oluşan Suriye haritası neyi gösteriyor? 12 Aralık 2024 04:45
- Asgari ücret miktarı, AÜTK'ye bırakılamayacak kadar ciddi ve önemli taleptir! 08 Aralık 2024 04:44
- Suriye'de çıkar peşindeki herkes operasyonun içinde ama kimse rolünü kabul etmiyor 05 Aralık 2024 06:45
- Eğer ‘Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz’se... 01 Aralık 2024 04:54
- İşçilerin özelleştirmeye karşı cepheden ‘hayır’ demekten başka bir seçeneği yok! 27 Kasım 2024 06:55
- Tek adam yönetiminin ülkeyi nereye getirdiğinin bir haftaya sığan fotoğrafıdır! 24 Kasım 2024 04:47