6 Kasım 2017

Seramik / Mimarlık -3 - Konya'nın renk duvarları

İstanbul’da olmayışım nedeniyle bu yazımın bölümlerinin sıralanmasında bir yanlışlık oldu. Bugün yayımlanan bu bölüm geçen hafta yayımlanacaktı. Geçen haftaki de bugün yayımlanacaktı. Okuyucudan özür diliyorum. Geçen haftaki günceyi atmadılarsa sıralamayı onlar düzeltebilirler.

1959 yılında Münih Teknik Üniversitesinin Mimarlık Fakültesini bitirdim. Yurduma hemen dönmedim. Çünkü, ustalarımdan öğreneceklerim vardı daha. Münih’te birkaç yıl daha kalabilmek için “doktora”ya baş vurdum. Doktora yapmam üniversitece onaylandı…

Konum, “Selçuklu Kent Çekirdekleri” idi.

Konuyu yerinde inceleyebilmek için 1961 yılında, 1955 yılında yaptığım gezide, eksik bıraktığım Konya’ya gittim.

Mustafa Kemal ne doğru görmüştü her şeyi… 1930’ların başında gittiği Konya’dan o günlerin Başbakanı İsmet İnönü’ye bir telgraf çekmişti. Bu telgrafında anlamca şunları söylüyordu:

“Atalarımızın yapıtlarını ören yeri olarak gördüm. Avrupa’ya yollayacağımız öğrencilerden kimilerini arkeolojiye yönlendirelim. Dönüşlerinde doçentliklerini alsınlar, öğrenci yetiştirsinler. Kazılarımızı, atadan kalma yapıtlarımızın bakımlarını kendimiz yapalım.”

(Bu telgraftan yıllar önceki bir yazımda da söz etmiş, aslını da yayımlamıştım.)

(Böylece yeryüzünün ilk imparatorluğunu, Eti’leri tanıyabilmiştik. Ancak 1930’larda… Üstelik onların yazıları da okunmuş, belgeliklerinden Anadolu üzerine çok önemli bilgiler edinmiştik.)

Konya’da, İnce Minare’yi, Karatay Medresesi’ni, Alaettin Camisi’nin mihrabını, Mevlana’nın türbesinin dış kaplamasını, Sırçalı Medrese’yi incelerken neredeyse kendi ko-numu unutuyordum. Friedrich Sarre’nin 1909’da Leipzig’de basılan yapıtında ne denli doğru söylediğini kendi gözlerimle gördüm. Diyordu ki Sarre anlamca: “Seramikte Selçukların ulaştığı yapım yöntemine (teknolojiye) bugün bile ulaşılamamıştır.”

Bütün bu Konya seramiklerini, daha doğru deyişle çinilerini görmem, onları elbette daha yakından tanımama neden oldu. Tatlarına varabilmeme neden oldu. Benim için başlı başına bir seramik evreni var oldu.

Mevlana’nın türbesinden başka neredeyse hepsi iç oylumdaydılar. Mevlana’nın türbesinin dış kaplamasının turkuaz çinilerle yapılması bir inanca dayanıyordu. Kuşların, özellikle güvercinlerin bu renkte bir kubbeye konmadıklarına inanılıyordu. Böylece kuşların asitli dışkılarıyla kubbe bozulmuyordu.

(Bunu da Orta Asya’ da öğrendim daha sonra.)

Van’ın Gevaşı’nda bir caminin kubbesinin de böyle çiniyle kaplı olduğunu da 1955 gezisinde kanıtladım. Her şeyi göze alıp minareden kubbenin tamburuna atladım. Kubbenin sıvasını karış karış incelediğimde bir çini parçası buldum. Gevaş’ın yaşlılarından biri de beni doğruladı. Bu kubbenin eskiden çini ile kaplı olduğunu söyledi. Bunların sökülüp Van’a götürülerek oradaki bir camide kullanıldığını anlattı.

(sürecek)

Evrensel'i Takip Et