Kredi garanti fonu amacına ulaştı mı?
Geçtiğimiz dönemde hükümet ekonomiyi canlandırma iddiasıyla iki uygulamayı devreye soktu. Bu uygulamalardan ilki Varlık Fonu’ydu. Havası çabuk söndü, uzun zamandır iktidar tarafından pek telaffuz edilmiyor. Muhtemeldir ki, ileriki dönemde dış borçlanma için devreye sokulacak. İkincisi ise işletmelere kredi akışını kolaylaştırmak için devreye sokulan Kredi Garanti Fonu (KGF) idi. Bu uygulama sermaye çevreleri ve bankalar tarafından övgüyle karşılandığı gibi hükümetin de son dönemde en büyük iftihar kaynağı oldu.
Son açıklanan istatistiklere göre ekim sonu itibariyle KGF aracılığıyla 355 binin üzerinde işletmeye 220.1 milyar kredi açıldı. Bu sayede toplam kredi hacminde geçtiğimiz yılın aynı döneminden bu yana 384 milyar liralık bir genişleme yaşandı. Bu süre zarfında kamu bankalarının kredi hacmi yüzde 34 artarken, özel bankaların kredi hacmi ise yüzde 18 dolayında genişledi. Bankaların net kârları ise yüzde 28.6 oranında arttı.
Aynı dönemde kredi arzında yaşanan genişlemeye karşılık faiz oranları tırmanışını sürdürdü. Erdoğan’ın sıkça tek hanelere indirileceğini vurguladığı konut kredisi faizleri ekim ayı itibariyle yüzde 14’lere yaklaştı. Parlak banka bilançoları eşliğinde BİST endeksi rekordan rekora koşarken, bankalar yüksek faizler nedeniyle bir kez daha hükümetin ve bağlı medya kuruluşlarının eleştiri oklarına hedef oldu.
Faiz meselesi başlangıçtan bu yana hükümet açısından önemli bir politika malzemesi. Nasıl olmasın sokaktaki vatandaştan, işletmelere toplumun önemli bir kesimi borcu borçla çeviriyor. Bu nedenle ekonominin temel gerçekleri göz ardı edilerek tartışma yürütülüyor. Tek sorumlu bankalar gibi gösterilerek hedef saptırılıyor. Oysa durum farklı. Piyasa faizlerinin belirlenmesinde birbiriyle bağlantı üç değişken rol oynuyor: Enflasyon beklentisi, kur riski ve kamu borcu.
Enflasyon ile faiz arasındaki ilişkinin Erdoğan’ın kurduğu gibi olmadığının en açık ispatı geçtiğimiz hafta yaşandı. Yüzde 11.90 ile beklentilerin üzerinde çıkan enflasyon gün içerisinde faizlerde de sert bir tırmanış yaşanmasına neden oldu. Enflasyon beklentisi arttıkça piyasa faizleri artar bu temel bir kural. Yüksek enflasyon kur cephesinde de yukarı yönlü sert hareketleri tetikliyor kaçınılmaz olarak.
Kamu borcuna gelince burada da hızlı tırmanış sürüyor. Ekim ayında da hazine 15 milyar düzeyinde borçlanarak 10 aylık net borç 70 .5 milyar düzeyine yükseldi. Bu toplamın 55 milyarı iç borçtan oluşuyor. Hal böyle olunca da devlet tahvillerinin faizi hızla tırmanıyor. Bu hafta içerisinde iki yıllık gösterge tahvil faizi yüzde 13.50, 10 yıllık tahvil faizi ise yüzde 12.30 seviyelerine yükseldi.
Şimdi gelelim kredi faizleri neden yükseliyor sorusunun cevabına. Hazine geri ödenme riski taşımayan tahville piyasadan yüzde 12.30 ile borçlanıyorken, banka neden bunun altında bir faizle aynı vadeye sahip bir kredi açıp risk üstlensin? Bu nedenle Hazine isterse bankaların kasasına bedava para koysun, bankalar bu kaynağı yönlendirmekte serbest oldukları sürece tahvil faizleri yükselirken kredi faizleri gerilemez. Bankaların kârındaki hızlı artışa gelince. Eğer burada bir problem görüyorsanız onun hesabını hükümete sormak lazım.
Başbakan geçtiğimiz hafta KGF hakkında yaptığı açıklamada uygulamadan memnun olduklarını belirtti, kredi geri dönüşü gerçekleştikçe yeni teminatlar sağlanacağının ipuçlarını verdi. Yani anlaşılan o ki, 250 milyarlık üst tavana yaklaşan krediler çevrilerek devletin teminat altına aldığı yüzde 7’lik batık oranına ulaşılana kadar sürdürülecek. Başbakan başlangıçta uygulamanın hükümet içindeki kimi tereddütlere rağmen devreye sokulduğunu ama gelinen noktada haklı çıktığını belirtiyor. Burada uygulamanın başarısını sergilemek için başvurduğu kriter ise sorunlu kredilerin toplam krediler içindeki payında yaşanan gerileme. 2016 sonunda yüzde 3.20’lere varan sorunlu kredi oranı yüzde 2.98’e geriledi. Bu oran halen yüksek olmakla beraber gerileme yadsınamaz. Ne var ki, KGF’nin etkinliğini değerlendirmek için çok yanlış bir ölçüt. Zira sorunlu kredilerde 6 milyar civarında bir artış yaşanmasına rağmen paydada yer alan kredi arzı genişledikçe bu oranın gerilemesi doğal. Elbette kredilerin önemli bir bölümünün borçları çevirmek için kullanıldığı, aksi takdirde sorunlu kredi oranının çok daha yükseleceği söylenebilir. Ama piyasaya kredi pompalamak asla kalıcı bir çözüm değil. Bunu pek yakında göreceğiz.
Peki KGF kredileri genel olarak ekonomiye nasıl yansıdı? İşsizlikteki sert tırmanış istihdam yaratmakta pek etkili olmadığını gösteriyor. Bunca para nereye gitti derseniz. Bir kısmı gecikmiş borçların ödenmesine, bir bölümü tüketime ve önemli bir kısmı da döviz ve hisse senedi başta olmak üzere finansal araçlara yönelmiş görünüyor. Özellikle hisse senedi piyasasındaki tablo oldukça çarpıcı. Ağustos sonundan bu yana borsada yabancı payı yüzde 66.08’den yüzde 65.20’ye gerilemesine rağmen endeks ekim ayında 7 bin 234 puan artış kaydetti. Yabancı yatırımcıların net satışta olduğu bir dönemde endekste böylesi bir yükseliş pek alışıldık bir durum değil.
Kısacası KGF uygulaması kredi geri ödemelerinde yaşanacak krizi bir süreliğine de olsa erteledi. Ama taşıma suyla değirmen ne kadar döner, esas problem o.
Evrensel'i Takip Et