Ekonomide hükümetin hareket alanı daralıyor
Görünen o ki hükümetin seçim hazırlıklarına erken başladığı şu dönemde en fazla zorlandığı alan ekonomi olacak. Erdoğan’ın sıkça vurguladığı tek hane hedefine rağmen faizler tutulamıyor. Rekor üzerine rekor tazeliyor. Çarşamba akşamı iki yıllık gösterge tahvilin faizi yüzde 14.28’e, 10 yıllık tahvilin faizi ise yüzde 13.18’e ulaştı.
Geçtiğimiz günlerde konuyla ilgili açıklama yapan Hükümet Sözcüsü Bozdağ, faizlerin geriletilmesi konusundaki kararlılığın devam ettiğini vurguladı ve faizlerin halen 2002 öncesinden çok daha aşağıda olduğunu belirtti. Açıkçası iş 2002 öncesiyle yapılacak karşılaştırmalara geldiyse durum fena. Zira o dönemde ABD’de federal fonlama oranı yüzde 6.5’lara kadar tırmanmıştı. Bu 1991 yılının başından bu yana görülmemiş kadar yüksek bir seviyeydi. Kapitalist merkezde yükselen faizler “gelişmekte olan” piyasalardan yabancı sermaye çıkışına neden olmuş, kurda yukarı yönlü sert hareketler yaşanırken faiz oranları da benzeri görülmemiş seviyelere tırmanmıştı.
AKP döneminde ise 2005-2007 arası dışında federal fonlama oranının tarihsel olarak en düşük seviyeleri gördüğü bir dönem yaşandı. Kademeli faiz artırımlarına rağmen efektif fonlama oranı halen yüzde 1.15 dolaylarında seyrediyor. Piyasalarda tarihte görülmemiş bir dolar bolluğu yaşanırken, “gelişmekte olan” ekonomiler sıcak para girişleriyle fonlanan hızlı bir büyüme yaşadı uzunca bir süre. Şimdi küresel piyasalarda dolar musluğu kısılıyor, faizler yavaştan yükseliyor. Ama geçmişle kıyaslanacak bir yükseliş söz konusu değil. Türkiye’nin negatif ayrışması büyük ölçüde iç dinamiklerle ilişkili.
Faizlerdeki tırmanış reel sektörü orta vadede sert vuracaktır. 2017 içerisinde kredi garanti fonu ile piyasaya pompalanan 220 milyar TL borcunu çevirmekte zorlanan işletmeleri geçici bir süreliğine de olsa rahatlattı. 2016 yılında takipteki alacaklar yüzde 21 dolayında artmıştı. Bu yıl kasım ortasına kadar artış yüzde 10’un altında kaldı. Şimdi bu kredilerin geri ödemeleri başlıyor. Faizlerdeki yükseliş trendi sürdüğü takdirde önümüzdeki aylarda kredi geri dönüşlerinde ciddi problemler yaşanacaktır.
Döviz cephesine gelirsek. Dolar son haftalarda diğer başlıca para birimleri karşısında hatırı sayılır bir gerileme yaşadı. Avro-dolar paritesi tekrar 1.1750 seviyelerine tırmandı. Bunun temel nedeni ABD’de enflasyonun yüzde 2 hedefinin altındaki ısrarlı seyri ve Yellen’in hızlı sıkılaştırmanın bu durumu kalıcı hale getirebileceği konusundaki uyarısıydı. Bizde ise durum farklı. 3 Eylül-11 Kasım tarihleri arasında Türk lirası, Amerikan doları karşısında yüzde 16.4 değer yitirdi. Diğer kırılgan ekonomilere baktığımızda da Türk lirasının bu ülkelerin para birimlerinden negatif ayrıştığını görüyoruz. Aynı dönemde dolar karşısında Güney Afrika randı yüzde 8, Brezilya reali yüzde 2.2, Hindistan rupisi ve Endonezya rupisi yüzde 1.3 dolayında değer kaybına uğradı.
2013 yılında hazırlanan onuncu beş yıllık kalkınma raporunda 2018 yılı için yapılan dolar kuru tahmini 1.97 seviyesindeydi. 2017 yılının sonu itibariyle kur 4’e dayandı. Piyasa gerçeklerine sırt dönme pahasına seçmene ya da en tepedekine hoş gözükmeye çalışan öngörülerle beklenti yönetimi olmayacağını tekrar tekrar görüyoruz. Raporun hazırlandığı dönemde kur 1.88 idi. Sonraki beş yıl içinde sadece dokuz kuruş artacağı öngörülmüştü. Fed’in yol haritası iyi kötü şekillenmiş olmasına, dolar musluğunun kısılacağı, faiz oranlarının yükseleceği bilinmesine rağmen. Bu ciddiyetsizlik kamu otoritesinin piyasalar nezdindeki kredibilitesini azalttığı gibi doğrudan müdahalelere gerek kalmaksızın piyasaya yön vermesini de olanaksız hale getiriyor.
Bozdağ’ın açıklaması da benzer şekilde ayakları yere basmayan öngörülere dayanıyor. Enflasyonun tek hanelere gerileyeceği vurgulanıyor. Oysa döviz kuru almış yürümüş. Biliyoruz ki, kur geçişkenliği önümüzdeki aylarda enflasyonu yüksek tutacak.
Kurdaki artışa dönük tedbirlere gelirsek merkez bankasının iki hamlesi oldu. İlkin TL uzlaşmalı vadeli döviz alım-satım işlemleri ile reel sektörün döviz cinsi borcunu hedge etmesine dönük bir olanak yaratıldı. İkinci olarak ise bankalara dönük günlük fonlamanın tümüyle geç likidite penceresinden sağlanması yoluyla ağırlıklı ortalama fonlama maliyeti yüzde 11.99’dan yüzde 12.25’e çıkarıldı. Her iki tedbirin de an itibariyle döviz kurunu aşağı çekmekte yetersiz kaldığını görüyoruz.
Önümüzdeki dönemde faiz ve kurun seyri açısından AB ve ABD ile gerilen siyasi ilişkiler, Reza Zarrab davasının seyri, erken seçim söylentileri gibi siyasi etmenlerin yanı sıra bütçe açığı ve enflasyon gibi makro değişkenler önemli rol oynayacak. Kredi piyasalarındaki geçici rahatlamanın sürdürülebilmesi için KGF uygulamasının genişletilmesi gündeme getirilebilir. Ne var ki, bu durum kamu maliyesindeki bozulmayı hızlandırarak enflasyonu tetikleyecektir.
Kısacası ekonomide hükümetin hareket alanı gün geçtikçe daralıyor. Seçim yaklaştıkça gelişmelerin faturası dış ve iç düşmanlara kesilmeye çalışılacak. Geçmişte küresel piyasalardaki olumlu ortam benzer sıkışıklıkların çok uzamadan aşılmasına olanak tanımış ve bu strateji başarılı olmuştu. Bu kez de tutacak mı, hep birlikte göreceğiz.
Evrensel'i Takip Et