Değişmek...
Öğrenimim, ustalarımla çalışmam bitince yurda döndüm. On yıl sonra gidebildim bir daha Münih’e.
1972 Olimpiyatları için yapılan spor alanı, öteki spor yapıları, sporcuların kalacakları yerler, yönetim vb yan kuruluşlar yapılmışlardı. Onlar da, kentin dışına dökülmüş, ikinci Avrupa savaşının molozlarına biçim vererek…
Kentin özeğinde, karaltısını (siluetini ) bozacak hiçbir şey yapılmamıştı o 10 yıl içinde. Onarımlardan başka… Sanırım sonra da…
Oturmuş olduğum sokağın yakınında yeni bir yapı vardı yalnızca, eniyle, boyuyla çevresine saygılı. İki- üç yıldır onu da tartışıyorlarmış doğru muydu diyerek.
Betikçim (kitapçım) durduğu yerde duruyordu. Kahvemi içtiğim yer de… Yemek yerim de…
Sokağımda, alanımda bir değişiklik yoktu…
Bir İstanbullu için bunu anlamak kolay mı?
İstanbul’da her ay burnumuzun dibinde bir beton iskelet çıkıyor bugün.
Düşünün, bir sabah birinci köprüden Avrupa yakasına geçerken bir de bakıyorsunuz Sultan Ahmet’in minareleri arasında üç gökdelenin karaltısı…
Ya da İstanbul’un en eski alanlarından birinde, Üsküdar alanında, daha önce çok önemli bir liman olan yerde perdelerle kapatılan orta yerinde, İstanbullu hiç mi hiç sevmemiş, tanımamış, bilmemiş birilerinin kondurduğu demirli beton (ucube yapılar )… Sanki dışkılanmış gibi…
Akademiden çıkıp, Kabataş’a yürür, vapura biner, Üsküdar’a yönlenirken çayımızı yudumlardık. Üsküdar’ın saraylar yaratan camlarında, güneş batışı ortamının dinginliği içinde…
Kabataş kapatıldı. Şimdi oraya kuş konduruyorlar.
İstanbul kimlerin eline kaldı?
Haliç’in üstündeki boynuzlu köprü yüzlerce yıllık Süleymaniye’ye batırıldı.
Şemsi Paşa çatlatıldı. Kuzguncuk’tan bakınca karşı taraf kazıklı, iğneli adaya döndü.
Hepsini sıralamayacağım…
Söylemek istediğim, ne çocukluğumun anılarını, ne gençliğimin anılarını size gösterebilirim artık. Ne de yetişkinliğimin anılarını bana sunacak oylumları gösterebilirim.
Bir ay geçmediğim bir yoldan geçerken yeni gökdelenleri görmek şaşırtmaz oldu beni.
Boğaz’ın sularından başımı kaldıramıyorum örneğin. Dolmabahçe’nin ardında göğün yerine beton duvar değil betonlu yaşam görüyorum.
Orda yaşayan çocukları düşünemiyorum bile.
Bütün bunların üzerine üniversitelerde, mimar odalarında “kentsel dönüşümü” sormuyorlar mı bana… Sanki milyonlara milyarlara doymaz kişilerinin yeteri acı verip vermediğini anlamak istiyorlar gibi gençler.
“Bize bunları mı bırakacaktınız?” der gibiler.
Başkalarının yerine ben utanmak zorunda kalıyorum.
Benim kentlerimi tanıyamaz oldum artık.
Son kuşağa ne Kadıköy’ü anlatabilirim, ne de denizle arasına beton duvar çekilmiş Bakırköy’ü…
Evrensel'i Takip Et