15 Aralık 2017 00:58

İİT Zirvesi kararlarının sahada karşılığı yok

İİT Zirvesi kararlarının sahada karşılığı yok

Fotoğraf: Envato

Paylaş

İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT)’nin İstanbul’da yapılan olağanüstü zirvesi sonrası yayımlanan deklarasyonda, beklendiği gibi, “Doğu Kudüs Filistin’in başkenti” ilan edildi.

Ve yine beklendiği gibi bu zirve; (bundan önce Filistin’le ilgili yapılan bütün irili ufaklı toplantılarda öne sürülen “hamaset” örneklerinde olduğu gibi) Filistinlilerin mücadelesinde hiçbir ciddi sonucu olmayacak “İslam kamuoyuna yönelik” mesajlarla sona erdi.

Zirveye İİT üyesi 57 ülkeden 56’sı katılmış olmakla birlikte; sadece 20 ülkenin devlet ve hükümet başkanları düzeyinde iştirak etmiş olması, geri kalan ülkelerin ise “düşük profille” katılım göstermesi dikkat çekiciydi. Filistin söz konusu olduğunda en etkili ülkeler olarak öne çıkan Suudi Arabistan ve Mısır’ın katılımının da düşük düzeyde olması, bu olağanüstü zirve için not edilmesi gereken bir başka önemli not. 

KARARLAR GÖRÜNÜŞTE ‘SERT’ DE...
İİT zirvesinde kabul edilen deklarasyon, 9 maddeden oluşuyor. Ama asıl “önemli karar” ilk 2 maddede yer alıyor. Deklarasyonun ilk iki maddesi şöyle:

“1-) ABD yönetiminin Kudüs’ün statüsüne ilişkin hukuk dışı açıklamasını reddediyor ve kınıyoruz.

2. İsrail’in Kudüs’ü ilhak kararı, bu çerçevede yaptığı tüm işlemler ve uygulamalar nasıl hiçbir zaman kabul görmemişse, bu açıklamanın da aynı şekilde gerek vicdan, gerek hukuk, gerek tarih önünde, hükümsüz olduğunu ilan ediyoruz. 

BM, AB ve uluslararası toplumun tüm üyelerini, Kudüs’ün statüsüne ve buna ilişkin tüm BM kararlarına sahip çıkmaya davet ediyoruz.” 

Açıkça görüldüğü gibi; İİT “iki önemli şey” söylüyor: Bunlardan birincisi, “ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak ilan etmesini reddetmesi”, ikincisi ise “Doğu Kudüs’ü Filistin’in başkenti olarak ilanı”dır! 

İİT’nin ilan ettiği kararlar önemli görünmektedir ama kararın böyle olmasının “sahada” bir karşılığı var mıdır? Bu soru tartışmalıdır.

İİT ülkeleri “ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan eden kararını biz de 57 İslam ülkesi olarak tanımıyoruz; Doğu Kudüs’ü de Filistin devletinin başkenti olarak tanıyoruz” diyorlar ama bu karar; ABD’nin önümüzdeki birkaç yıl içinde Tel Aviv Büyükelçiliğini Kudüs’e taşımasını ya da bazı ülkelerin ABD’den bile önce Tel Aviv büyükelçiliklerini Kudüs’e taşımalarını engeller mi? Ya da İİT’nin bu çağrısının altına imza atan en azından bazı ülkeler Doğu Kudüs’te Filistin Büyükelçiliği açabilecek mi? İşte bütün bu sorular orta yerdedir.

İİT KARARLARININ PRATİKTE KARŞILIĞI VAR MI?
Ne yazık ki birbirine sıkı sıkıya bağlı bu sorulara “evet” diyemeyiz. Tersine ABD’nin “Kudüs kararı”nın reddinin pratikte bir karşılığı yoktur. 

Öyle ki; “Türkiye olmasa İİT’den bu kararlar çıkmazdı; Erdoğan olmasa İİT toplanamazdı bile” diye olup bitenden AKP ve Erdoğan güzellemesi çıkaran, “biat yenilenmesi” yapan sermaye basınında “Türkiye Doğu Kudüs’te büyükelçiliğini açar” diyen yoktur. 

Çünkü bu tür kararların hayata geçmesinde; kararların ne kadar “haklı” ya da “haksız”, “sert” ya da “ılımlı” olması değil, bu kararları alan ve uygulayacak ülkelerin kararlarının arkasında durabilecek bir ekonomik, diplomatik gücünün, hatta itibarının olup olmamadığı önem taşımaktadır. Eğer İİT’nin, aldığı kararı hayata geçirecek uluslararası itibarı ve gücü yoksa, alınan kararın ne olduğunun da bir önemi yoktur.

Nitekim İsrail Başbakanı Netanyahu, İİT kararları için, “Bu kararların bizim için bir önemi yok” dedi. Çünkü o biliyor ki, İİT’ye üye ülkelerin bu kararları uygulayacak bir karşılığı, motivasyonu, bu anlamıyla da gücü yoktur! Ama, Türkiye ve İİT’in “ABD’nin Kudüs kararı bizim için yok hükmündedir” demesiyle, Trump’ın kararı uygulanamaz hale gelmiyor. Çünkü ABD’nin kendi kararını uygulayacak gücü ve dünya-bölge ölçeğinde bu kararları hayata geçirecek ilişkileri var. 

‘YAPTIRIMI’ OLMAYAN KARARLAR NE KADAR GERÇEKÇİ
Bu yüzden de İçinden geçilen konjonktür ve İsrail’in durumu göz önüne alındığında, etkili olabilecek şey böyle genel kararlar değil; İsrail ve ABD’nin çıkarlarını zedeleyecek yaptırımlar olabilirdi. Örneğin ABD’nin Türkiye (İncirlik ve Kürecik üsleri) ve Arap ülkelerindeki üslerinin kapatılması, Mısır ve Türkiye’nin İsrail’le ekonomik, diplomatik, turistik, kültürel vb. ilişkilerini kısıtlamak, ABD ile İslam ülkeleri arasındaki ikili askeri ve ekonomik anlaşmaları gözden geçirmek gibi. Ama deklarasyonda bu konuda herhangi bir yönelim olmaması bir yana bir ima bile yoktur! 

İİT zirvesinde yer alan ülkeler içinde en etkili olabilecek ülkeler ise Türkiye ve Mısır’dır. Çünkü, Türkiye ve Mısır İsrail’le ekonomik ve diplomatik ilişkileri “normal” olan en önemli bölge ülkeleridir. Bu yüzden de İsrail (dolayısıyla ABD) bir karar alırken herhalde önce Türkiye ve Mısır ne tepki verir diye düşünmektedir. Belki son aylarda bu iki ülkeye Suudi Arabistan da eklenmiştir.

Dahası Türkiye’nin; Kudüs krizi çerçevesinde; bir yandan İİT’nin başkanlığını yapan bir ülke olması yanı sıra yakın zamanda “One Munite” ve “Mavi Marmara” krizleri sonrasında İsrail’le yüksek perdeden kavga etmiş olması onun göstereceği tutumu önemli kılmaktadır. Ne var ki Türkiye, İsrail’e yönelik onca büyük suçlamalardan sonra, ilişkilerin normalleştirmek zorunda kalmıştır! Dahası kriz sürerken, onca diplomatik yaptırım ve sert tartışmalara karşın İsrail’le ekonomik ve askeri ilişkilerin sürdüğü, ABD’nin bölgesel çıkarlarını zedeleyecek bir yaptırım uygulanmadığı için bu kavganın sahada hiçbir karşılığı olmamıştır.

Bu da göstermektedir ki, sert eleştiriler, ağır suçlamalar yapmak doğru ve etkin politikalar hayata geçirildiği anlamına gelmemektedir. 

FİLİSTİN MÜCADELESİNDE YENİ BİR AÇILIM GETİRİLMEDİ
Bu kararların uygulanıp uygulanılamayacağına dair herhangi bir tartışmaya girmeyen AKP yönetimi, Erdoğan’ın hem “suçlayıcı” hem de kamuoyu tepkilerini okşamaya yönelik konuşmalarını överek; durumu bir iç politika malzemesine çevirmeye çabalamaktadırlar. 

Sonuç olarak, “sahada”ki gerçekleri değil, İslam dünyasının iç kamuoyunu teskin etmeye yönelik İİT kararlarının, Filistin sorununun çözümünde yeni bir adım olmadığı açıktır. Tersine, bu kararların Suudi Arabistan, Mısır ve İsrail arasında, ABD’nin (projenin başında Trump’ın Yahudi asıllı damadı ve danışmanı Jared Kushner var) koordinasyonunda bir ”İsrail-Filistin Barış Anlaşması”na doğru ortam oluşturmaya yarayacağını söylemek de yanlış olmaz. Bu yüzden de İİT kararlarındaki bütün “sert” ve “suçlayıcı” sözlere karşın, Filistin sorununda Türkiye’nin de aslında bugün Suudi Arabistan ya da Mısır’dan farklı bir pozisyonda olmadığını söylemek doğru olur. 

Çünkü alınan kararın, Ortadoğu’nun gerçekleri karşısında “keskin laflar” ötesinde bir karşılığı yoktur.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa