18 Aralık 2017

‘Yeni’ sağın umudu Kürtler!

AKP-Erdoğan iktidarının, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin ‘bağımsızlık referandumu’na karşı sert tutumu, AKP’nin Kürt kentlerindeki en önemli dayanağı olan muhafazakâr Kürtleri de rahatsız etmişti. Bununla birlikte Öcalan’la görüşme masasının devrilmesinden bu yana geçen süreçte Kürt kentlerindeki tanklı-toplu yıkım ve Kürt siyasetine yönelik tasfiye operasyonlarının da iki yönlü sonuçları oldu. Bu süreç bir yandan Kürt siyasetinin hareket alanını daraltmış olsa da öte yandan iktidarın da Kürtler üzerindeki siyasi etkisini önemli oranda zayıflattı. Yani Kürt kentlerinde dizginsiz şiddet ve baskı politikalarının yol açtığı ‘sessizlik’ beklendiği ya da propaganda edildiği gibi iktidara bir desteğe dönüşmedi.

İşte yıllardır ülke siyasetinin en dinamik kesimi olan Kürtlerin bugünkü ‘sessizliği’, kimi siyasi çevreleri de umutlandırıyor! Bu çevrelerin en dikkat çekicileri sağın (milliyetçi-muhafazakâr siyasetin) ‘yeni’ umudu olarak sunulan Meral Akşener’in İyi Partisi ve Erbakan geleneğinin devamcısı Temel Karamollaoğlu’nun Saadet Partisi. Bunlara ‘yeni’dememizin nedeni, ülkenin temel meselelerine yönelik yeni politik çözümler önermeleri değil. Bunların ‘yeni’likleri, Erdoğan AKP’sinin daha çok tartışılır hale geldiği bir süreçte ona karşı alternatif olarak sunulmaları. Yoksa ne ülke meselelerinde, ne de Kürt sorununda dün söylediklerinden farklı bir şey söylemiyorlar.

Bunların hareket noktası, yukarıda özetlemeye çalıştığımız gibi Kürt kentlerindeki ‘sessizlik’. Kürt siyasetinin hareket alanının daraltıldığı ama iktidarın Kürtleri kazanma olanağını/yeteneğini kaybettiği koşullarda ortada bir ‘boşluk’ olduğu tespitini yapıp bu ‘boşluğu’ doldurmaya soyunmuş durumdalar.

İşte bu nedenle Meral Akşener’in partisini kurduktan sonra ilk ziyaretlerinden birini bölgeye (Diyarbakır ve Şırnak’a) yapması ve her fırsatta babasının Diyarbakırlı olduğunu söylemesi rastlantı değil. Akşener, Şırnak ziyaretinde Kürtlerin “AK Parti ile HDP arasında tercih yapmak zorunda bırakıldığını” söylüyor ve güçlü bir alternatif oluşturmak için yola çıktıklarını ekliyor.

Peki, Akşener’in İyi Partisi nasıl mı alternatif olacak?

Öncelikle “Kürt meselesi” yerine “Güneydoğu meselesi” diyerek. Sonra “etnik aidiyetin psikolojik olduğu”nu göstererek (www.hurriyet.com.tr/bize-gelen-gomlegini-cikartmasin)  Kısacası 90’lı yıllarda Kürt halkına karşı yürütülen ‘özel savaş’ döneminde kendi deyimi ile Tansu Çiller ile ‘eküri’ olan Akşener, anlaşılan eski günlerin özlemini çekiyor. Ancak Akşener, bugün Kürt kentlerinde halkın tepkisiyle karşılaşmadan dolaşabiliyorsa bunun Erdoğan-Bahçeli savaş koalisyonundan bir kopuşu temsil etmesine borçlu olduğunu göremiyor. Yani Akşener’in özlemini çektiği günlerden bugüne köprünün altından çok sular aktı ve Kürtlerin Akşener’e karşı tutumu bile meselelere ne kadar politik yaklaştıklarını ortaya koyuyor.

Saadet Partisi (SP) de bugünlerde bölgeyi (Kürt kentlerini) mesken edinmiş durumda. Burada AKP iktidarı öncesindeki dönemlerde SP geleneğinin (Refah Partisi) muhafazakâr Kürtler içinde etkili bir siyasi odak olduğunu belirtmek gerekiyor. SP Genel Başkanı Karamollaoğlu, geçen hafta Diyarbakır’da bir basın toplantısı yaptı. Bu toplantıda yakında bir ‘Kürt raporu’ açıklayacaklarını söyledi. Ama aslında raporu beklemeye gerek yok. Çünkü Karamollaoğlu konuşmasında Kürt sorununa dair temel yaklaşımlarını zaten özetliyor. Öncelikle kendi yaklaşımlarının 1991’de Refah Partisi döneminde Erbakan tarafından ortaya konduğunun altını çiziyor. Yani dediğimiz gibi, söyledikleri yeni bir şey yok. Sorunu ümmetçi bir yaklaşımla ele aldıkları için (Rum Suresinde bütün dillerin Allah’ın ayetleri olduğu söylenir) anadilde eğitime karşı çıkmıyor ve yine HDP’lilerin suçları ispatlanmadan tutuklanmalarını eleştiriyor! Ulusal hak eşitliğine, siyasi statüye gelince; bunlara ne gerek var, din kardeşliği Kürtlerin neyine yetmiyor!

Toparlamak gerekirse; İyi Parti, SP gibi milliyetçi-muhafazakâr siyasi çevreler, Kürt kentlerindeki ‘sessizliği’ bir ‘siyasi boşluk’ olarak değerlendiriyor ve AKP’ye alternatif olabilme adına Kürtleri kendi politikalarına yedekleyebilmeyi umuyorlar.

Ancak; öncelikle yıkım politikalarının Kürt kentlerinde yarattığı sessizlik, Kürtlerin ulusal demokratik mücadele ve taleplerinden vazgeçtikleri anlamına gelmiyor. 16 Nisan 2016’daki ‘cumhurbaşkanlığı sistemi’ referandumunda Kürt kentlerindeki ‘hayır’ oranları, bütün baskı ve engellemelere rağmen ulusal talep ve mücadele etrafında birleşmiş olan Kürtlerin aynı yerde durduklarını gösterdi. Dolayısıyla bu ‘sessizlik’ten Kürtlerin ulusal demokratik mücadelelerinden vazgeçtiği sonucunu çıkaranlar yanılıyorlar.

Erdoğan AKP’sine gelince… Kürt ulusal mücadelesi güçlendikçe Kürt coğrafyasında burjuva partiler tek bir ‘devlet partisi’ olarak birleştiler ve bu devlet partisi uzunca bir süredir iktidar partisi olan AKP. Böylesi bir tabloda eğer AKP’den bir kopuş olacaksa bu kopuşun yönü her şeyden önce başka bir devlet partisine olmayacaktır. Çünkü bu kopuş ulusal hassasiyetler üzerinden olacaktır ve dolayısıyla yönü de ulusal demokratik mücadelenin yönü olacaktır. Ancak şunu da göz ardı etmemek gerekir ki, bugün iktidar partisi etrafında birleşmiş Kürt sermaye çevreleri ve kimi cemaat-tarikatlar, iktidarla çıkar birliği halinde oldukları için bu iktidarın gidici olduğunu görmeden kolay kolay başka bir burjuva sistem partisine yönelmeyeceklerdir-ki bugün kayyım yoluyla el konulan belediyeler bu çevrelerin iştahını daha da kabartmaktadır.

Özetle bugün Kürtlerin yeni devlet partilerine değil; savaş politikalarına, baskılara ve gerici kuşatmaya karşı koymak için bütün emek, barış ve demokrasi güçlerinin birliğine ihtiyacı var!

Evrensel'i Takip Et