Sınıf karşıtlığının yerini ‘işbirliğine’ bırakması ve bu işbirliğinin de sermayenin sınıfsal çıkarları doğrultusunda sağlanması gerektiği yolundaki yaklaşımlar esasen istihdam konusuna dayandırılır. Buna göre, sermaye kârını güvence altına alan bütün tedbir ve politikalar aslında işçi sınıfının çıkarınadır. Çünkü büyüyen sermaye, yeni yatırımlara ve ilave istihdama yol açacaktır.

Hal böyle olunca da; işçileri, yoksulluk ve işsizlik arasında tercih yapmaya zorlayan istihdam koşullarından vergi adaletsizliğine, güvensiz ve güvencesiz çalışma şartlarından reel ücretlerin aşındırılmasına kadar sınıfsal çelişki ve eşitsizliği derinleştiren her ne varsa aslında “ortak çıkar”dır.

Geçtiğimiz hafta açıklanan ekonomik veriler, bu söylem ve politikaların geçersizliğini bir kez daha ortaya koysa da (tıpkı geçtiğimiz on yıllar içinde defalarca olduğu gibi), ne söylem değişti ne de sınıfsal öncelikler. Örneğin taşeron işçiler kadro beklerken, enflasyon yüzde 13’e vurmuşken asgari ücret görüşmeleri Hükümetin “fedakarlık” talebiyle başladı.

Ne zaman mı?
- Ekonomi yüzde 11.1’lik “rekor büyüme” hızını yakaladığı zaman!
- Bir yandan dolaylı vergilerin toplam vergiler içindeki yüksek payı gelir eşitsizliğini derinleştirip, diğer yandan gelir vergisindeki artışlar doğrultusunda ücret zamları henüz işçinin eline geçmeden erirken,
- Bunların üzerine bir de enflasyon yükünün ekleneceği koşullarda,
- Bütçe açığının emekçilere yüklenecek yeni vergi artışlarıyla karşılanacağı ve yüksek döviz kurunun fiyatlara yansıtılacağı aşikarken.

Ekonomik büyüme, bir dizi karmaşık hesaplar ve teknik açıklamalar çerçevesinde tartışıla dursun, işçilerin hayatındaki karşılığını anlamak bakımından oldukça yalın bir hadisedir. Bunun için iki veriye bakılır. Birincisi, ücretlerin ve buna bağlı olarak işçinin alım gücünün ne kadar arttığı. İkincisi ise toplam gelirden emek ve sermayenin payına ne düştüğüdür.

İşçilerin alım gücü adaletsiz vergi politikaları ve enflasyon doğrultusunda aşındırılırken artan ise borç yüküdür. Son 15 yıl içinde hane halkının tüketici kredisi borcu 175 kat, kredi kartı borcu 19,5 kat, toplam kredi borcu ise 71 kat artmıştır.

Bireysel kredi borcunu ödeyemediği için yasal takibat altında bulunan 1 milyon 700 bin kişinin önemli bir bölümünü ücretliler oluşturmaktadır.

Toplam gelirin sınıflar arasındaki paylaşımında ise, sene başından bu yana, ücretlilerin payı 4,5 puan gerilerken, sermayenin payı 7,5 puan artmıştır.

Bütün bunlar olurken, geniş tanımlı işsizlik yüzde 17,2, genç işsizliği ise yüzde 20’ye yükselmiştir.

İşte bunlar hep “ortak” çıkar(!)

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Palavra çöktü

Palavra çöktü

Merkez Bankası, 2025 yıl sonu enflasyon tahminini, daha yılın ilk sunumunda yüzde 21'den yüzde 24'e yükseltti. Enflasyonu düşürme bahanesiyle 20 aydır ücret ve maaşlara saldıran ekonomi yönetiminin hiçbir öngörüsü gerçekleşmedi. Enflasyonun temel sebebinin iç talep ve ‘ücret artışları’ olduğu palavrası tamamen çöktü.

2025’te asgari ücrete yüzde 30 zam

Memur ve emeklilere yüzde 11.54 zam

İşçi emeklilerine yüzde 15.75 zam

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
RTÜK Başkanı “Ülkemizde olumlu olaylar olmuyormuş gibi haber servis ediliyor” deyip ‘yandık’, ‘bittik’ haberleriyle karamsarlık aşılandığını savundu, ceza tehdidinde bulundu.

Evrensel'i Takip Et